15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL dönemini de kapsayan 2016’nın ikinci yarısında Türkiye, Twitter’da yaptığı içerik kaldırma talepleriyle yine açık ara birinci oldu.
2016’nın ilk yarısına göre Türkiye’nin taleplerin %25 artış olurken ikinci Fransa ile aradaki fark neredeyse 3 kata yaklaştı. Türkiye, bu dönemde 844’ü mahkeme kararı, kalanı idari makamların talepleri olmak üzere toplam 3076 içerikten kaldırm talebi yaptı. Twitter bu talepler sonucu 290 hesaba ve 489 tweete Türkiye’den erişimi engelledi. Buna rağmen Twitter’ın bu taleplere uyumu %18 azaldı. Devamını oku
Anayasa Mahkemesi (“AYM”) kararı gerçekten yargılama yapılmadan içerikten çıkarmaya imkan veren hükümleri onaylamış mı oldu? Değerlendirmemize bu soruyla başlamak gerekir ve cevabı hayırdır. Konuya ilişkin detaylı değerlendirmemin devamı Yeni Arayış’ta.
Twitter Türkiye Kamu Politikaları Müdürü Sayın Emine Etili ile teknoloji, hukuk ve insani gelişim tartışacağımız panel 27 Ekim, Salı günü. Kayıt ve program detayları için Digital Talks Sonbahar 2015 web sitesini ziyaret ediniz.
Bu seyrek gerçekleşebilecek önemli panele katılarak yapacağınız soru, yorum katkılarını da dikkate alarak kaleme alacağım konu ile ilgili makalemi Yeni Arayış’ta yayınlayacağım.
14.10.2015 tarihli RTÜK kararı çerçevesinde güncellenmiştir. Yazı ilk olarak 12.10.2015’te yayınlanmıştır.
Digiturk hukuka aykırı işlem yaptı mı? Digiturk’e aboneler tarafından dava açılmalı mı? Digiturk aboneliği nasıl iptal edilmeli? Fesih bildirimi metni.
Digiturk 6 Ekim 2015 tarihinde yedi TV kanalını platformundan çıkardı ve buna gerekçe olarak bir savcılık kararını gösterdi.
Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Kanunu ile Anayasamızın haber alma, basın ve ifade hürriyeti ile ilgili maddeleri çok açık.
Savcı kararı veya emri ile yayın durdurulamaz, ancak çok özel şartlar ve gerektirici sebeplerin varlığı halinde mahkeme kararı ile yani yargı kararı ile yayın durdurulur. Kaldı ki, bir mahkeme kararı ile yayın durdurulmak zorunda kalınırsa, karar Digiturk gibi bir hizmet sağlayıcı platforma değil, içerik sağlayan ve TV yayın lisansı olan ilgili TV kanalından yayın yapan kuruluşa (şirkete) tebliğ edilir.
Televizyon yayınları önceden denetlenemez ve yayın durdurulamaz. Hatta, savaşların, terör amaçlı saldırıların ortaya çıkardığı olağanüstü kriz zamanlarında bile ifade ve yayın hürriyeti dokunulmaz ve esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz. Ayrıca milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde Başbakan yayınları ancak geçici olarak durdurabilir.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından elektronik haberleşme hizmetlerini sunmak üzere yetkilendirilen platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri, yayın hizmetleri yönünden atıfta bulunduğumuz mevzuat hükümlerine tabidir. Yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetlerine ilişkin uyulması gereken idari, mali ve teknik şartlar RTÜK tarafından belirlenir ve şartları yerine getiren kuruluşlara yayın iletim yetkisi verilir. Platform işletmecileri medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde, makul ve ayrımcılık içermeyecek koşullarda hizmet vermek zorundadır.
Burada “hem savcı, hem Digiturk hukuku bilmiyor mu?” sorusu geliyor akla.
Bunlar benim yorumum değil. Anayasamızın ve atıfta bulunduğum mevzuatın emredici hükümleri böyle. Buna göre Digitürk’ün yaptığı yazılı savunma da hukuken geçerli değil. Zira, savcılık yayın durdurma konusunda yetkili değildir. Yargı kararı, yani mahkeme kararı gerekir veya milli güvenlik hayati olarak gerektiriyorsa ancak geciçi olarak Başbakan böyle bir inisiyatif kullanabilir. Tabii tüm bu kararlar da yargı denetimine tabidir.
Devlet ve onun düzenleyici kurumu RTÜK bile yayını durdurmaz iken, özel bir şirketin bazı kanalları yayınını keyfi ve hukuki temelden yoksun şekilde durdurmasının mutlaka bir açıklaması yapılmalı ve bu açıklama dinlendikten sonra bir sonucu olmalı. Halk, izleyici bunun takdirini yapacak ilk ve en önemli kurum.
Ancak yayın hayatının düzenleyici ve denetleyici kurumu olan RTÜK de konu hakkında bir soruşturma başlatarak, sonucuna göre Telekomünikasyon Kurulu ile birlikte özerk düzenleyici kamu kurumları olarak gerekeni yaparlar diye düşünüyorum.
Bazı yayın organlarında Digiturk’e karşı maddi ve manevi tazminat talepli davalar açılabileceği söyleniyor, bu yönde tavsiyeler yapılıyor, hatta dilekçeler paylaşılıyor.
Ben bu konuda çok iyimser değilim, zira manevi tazminat kazanabilmek için kişinin kendisine ika edilen haksız fiil sonucu çok derin bir elem ve yasa gark olması, bir takım ciddi psikolojik sonuçları olması ve bunun belli şekillerle ispat edilebilir olması gerekir. Bunları Digiturk’e manevi tazminat davası açan vatandaş nasıl ispatlayacak?
Maddi tazminat davasında ise haksız fiil sonucu uğranılan zararın hesaplanabilir olması gerekir. Burada da ciddi zorluk görüyorum.
Bu sebeple, yapılması gereken doğru hareketin Digiturk aboneliğinin aşağıda sunduğum fesih bildirimi ile iptal edilmesi, ilgili seneye ilişkin abonelik ücretinin iadesi olduğunu, Digiturk’ün bu talebe uymaması halinde hukuk yollarına başvurulması olduğunu düşünüyorum.
B.Ü.
Krea İçerik Hizmetleri ve
Prodüksiyon Anonim Şirketi
Abbasağa Mah. Sungurlar İş Hanı
No:45 Kat: 1-2-3
Beşiktaş 34353 İstanbul
[•] Ekim 2015
Konu: [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi’nin derhal feshinden ibarettir.
Sayın yetkili,
Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon AŞ tarafından verilen Digiturk yayın hizmetlerinden [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi çerçevesinde faydanlanmaktayım.
Digiturk’ü seçmemin sebepleri arasında her tür görüşe ulaşabileceğim, her tür haberi alabileceğim bir çok farklı eğilimde ve içerikte kanalların, Digiturk plaftormunda sunulmasıydı.
6 Ekim 2015 tarihinde Samanyolu TV, S Haber TV, Bugün TV, Kanaltürk, Mehtap TV, Irmak TV ve Yumurcak TV isimli kanalları platformunuzdan çıkardınız.
Bilinçli bir izleyici ve tüketici olarak, Digiturk platformunu seçmemde ana sebep olarak her türlü görüşe ve her habere ulaşabilme konusundaki haklı ve makul beklentimi [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi ile tabi olduğunuz, Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Kanunu, Tüketici Mevzuatı ve sair ilgili mevzuat çerçevesinde ihlal ettiniz.
Söz konusu işleminizin hukuka aykırılığı RTÜK’ün 14.10.2015 tarihli kararı ile tespit edildi. Buna göre, işleminiz Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından elektronik haberleşme hizmetlerini sunmak üzere yetkilendirilen platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri, yayın hizmetleri yönünden tabi olduğu tabi olduğu mevuzatı ihlal etmiştir. Yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetlerine ilişkin uyulması gereken idari, mali ve teknik şartlar RTÜK belirlenir ve şartları yerine getiren kuruluşlara yayın iletim yetkisi verilir. Platform işletmecileri medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde, makul ve ayrımcılık içermeyecek koşullarda hizmet vermek zorundadır.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, firmanızla olan [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi’nin işbu fesih bildiriminin elinize geçme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere haklı sebeple derhal feshettiğimi bildiririm. Digiturk platformuna ait kutunun ve kartın tarafıma hiçbir masraf ve yük getirilmeden adresimden alınmasını talep ederim.
İşbu fesih bildiriminin gereği derhal yapılmadığı halde uğrayacağım kayıp ve zararlar ile her türlü talep hakkımı saklı tutarım.
Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın medyaya yönelik yeni bir eylem planı olduğu ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir karar alacağı birkaç gündür kamuoyunda tartışma konusu oldu. Savcılığın bu konuda ilgili devlet kurumlarına basın ve yayın yasağı anlamına gelecek taleplerini ilettiği de duyuldu. Hem yürürlükteki Anayasa’mız ve evrensel hukuk hem de telekomünikasyon hukuku çerçevesinde yaşananları ele almak gerek.
Öncelikle belirtmek gerekir ki yayınlarının durdurulması istenen televizyon ve radyo kanalları, devletin ilgili özerk kurumu tarafından kendisine kanal tahsisi yapılmış ve buna göre almış oldukları lisans çerçevesinde yayın yaparken yine devlet tarafından denetlenmekte olan yayın kurumlarıdır. Kendilerine tanınan lisanslara istinaden, tahsis edilen frekanslar üzerinde yayın yapmaları noktasında müktesep hakları vardır. Bu kazanılmış haklar en temel ticari kazanım ve korunması gereken haklar mesabesindedir. Çok daha net ifade edersek “dokunulmazdır.”
Günlük, haftalık veya süreli yayın yapan yazılı basın da aynı şekilde işleyebilecekleri hukuka aykırı fiiller bakımından cezai ve hukuki yaptırımlara tabi şekilde her sayılarını ilgili denetleme mercilerine vermek suretiyle denetlenirler.
Basın kanunumuz, Anayasa’mız ve Anayasa’mızın 90. maddesi çerçevesinde ülkemiz bakımından bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi basın hürriyetini, haber alma hürriyetini ve ifade hürriyetini “temel insan hakkı” olarak tanır. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin basın, haber alma ve ifade hürriyetlerine ilişkin yerleşik içtihatları vardır. Bahsettiğim ana mevzuat ve yerleşik içtihatlar uyarınca basın hürriyeti, haber alma hürriyeti ve ifade hürriyeti, yaşam hakkı, fiziksel dokunulmazlık hakkı ve fiziksel özgürlük hakları ile aynı kategoride ele alınır. Bu hürriyetler, ancak ve ancak toplumun tamamı tehdit edildiğinde ve sadece bu tehdit ile mücadeleye yönelik olarak orantılı biçimde ve kanun ile sınırlanabilir. Böyle bir kanun yapma yönündeki yasama fiili dahi kanun çıktığı anda ve sonrasında uygulamasının öngörülen sınırların içinde olup olmadığı, uygulamada istismar olup olmadığı hem usul ve karar alma yönünden hem de ekonomik yönden bağımsız olması gereken mahkemelerin denetimine tabidir. Anayasa Mahkememiz, Anayasa tarafından öngörülmeyen bir sınırlama sebebinin kanunla dahi öngörülemeyeceğine hükmetmiştir. (1996/70 E., 1997/53 K. sayılı, 05.06.1997 tarihli kararı. Resmi Gazete tarih/sayı:04.04.2003/25069) Yani bu hürriyetlerin sınırlanması sadece savcı talimatıyla yapılması zaten ceza hukukumuza ve yukarıda saydığım temel mevzuata ve yerleşik içtihatlara aykırıdır.
Radyo, TV ve yazılı basın araçlarına getirilecek durdurma, henüz buralarda yapılmış dahi olmayan tüm yayınların toplumun tamamının bekasını tehdit edecek anayasal suçlar içereceği varsayımı içerir ki bu, hem mantığa hem de hukuka aykırıdır. Bu şekilde süreli yayınların, yani yarın da yayınlanacak veya haftada bir yayınlanan yayınların yasaklanmasının hukuka aykırılığına ilişkin AİHM kararları mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve yargı organlarının temel anayasal görevi vatandaşlarının temel hak ve menfaatlerini korumaktır. Devletin, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlamaması prensibine dayalı negatif yükümlülüğünün yanı sıra, bu hak ve hürriyetleri sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak gibi bir pozitif yükümlülüğü de mevcuttur.
Anayasa’mızın haberleşme ve fikir yayma hürriyetini düzenleyen 22. ve 26. maddeleri açıktır. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Basında yer alan eleştirilerin, şiddet ve isyanı teşvik etmediği sürece, ağır ithamlar ve kırıcı bir dil içeriyor olsa dahi, ifade hürriyetinin kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiği, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları ile sabittir. Bu konuda yapılacak her türlü müdahale ve ölçüsüz önlem, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin ihlal edildiği anlamına gelecektir. Bir gazete yazarının, sadece gerçeği kanıtlayabilme koşuluyla eleştirel değer yargılarında bulunabileceği şeklindeki bir düşünce, ifade hürriyeti kapsamında ölçülü bir sınırlama olarak kabul edilemez. (AİHM, Wirtschafts Trend Zeitschriften GmbH-Avusturya Kararı 16.04.1998 26113/95 )
Hatta beddua etmek, rahatsız edici, şoke edici, sert, kaba, eleştiride bulunmak, nezaket sınırlarını aşarak eleştirmek, hicvetmek, uyarıda bulunmak, hatta belli ölçülerde abartmak, kışkırtmayı içermesi, bu ifadelerin nesnel bir açıklama ile desteklendiğinde kişisel saldırı olarak görülemeyeceği Yargıtay Ceza Genel Kurulu’muzun ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarıyla müsbit ve doktrinde de ihtilafsızdır. (AİHM’nin 5493/72 sayılı ve 7.12.1976 tarihli Handyside/İngiltere Kararı ile 3692 sayılı ve 27.05.2003 tarihli Skalka/Polonya kararları, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.07.2006 tarih ve 2006/181 sayılı kararı)
Anayasa’mızda 2010 yılında yapılan değişiklikle getirilen bireysel başvuru hakkı, idare tarafından yapılan kanun ihlallerine karşı bireysel başvuru imkanı sağlamaktadır.
Uluslararası alanda en saygın sivil toplum örgütlerinden olan, yayın yaptığı 7 dilden biri Türkçe olan Gazetecileri Koruma Komitesi’nin analitik verilere ve analizlere dayalı olarak yaptığı, “Dünyanın En Kötü Gazeteci Zindancısı” listesinde ülkemiz 2012 ve 2013 yıllarında dünyanın en kötü gazeteci zindancısı olmuştur. 2014 yılında ise Çin, Eritre, Etiyopya, Vietnam, Suriye ve Burma ile birlikte yine en kötü gazeteci zindancısı listesinde ilk yedide yer almıştır. Bu durum diğer tüm basın ve ifade hürriyeti ve insan hakları endeksleri bakımından da farklı değildir.
Sadece kendi hukukumuzu doğru uygulamaya çalışarak ve vatandaşlarımızın temel haklarına öncelik vererek bu manzaradan kurtulabilmenin, Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülke için zor olmadığını düşünüyorum. Bunu sağlamanın yolu ise öncelikle mevcut anayasal haklar ve özgürlükler çerçevesinde basın yayın özgürlüklerinin korunması; yine AİHS ve evrensel hukukun getirdiği özgürlükçü yaklaşımla demokrasimizin pekiştirilmesi olacaktır. Yasak, yayın durdurma, müsadere gibi üçüncü dünya hukukunda bile kendine yer bulmayan uygulamalar, Türkiye’yi bu dünya müktesebatından koparmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bugün, 27 Mart 2015’in ilk saatlerinde TBMM Genel Kurulu’nda yine birbiriyle ilgili ilgisiz bir çok mevzuatta yer alan bir çok hükmü değiştiren bir Torba Yasa daha kabul edildi.
Hayatlarımızın temeli olan mali, cezai, sosyal ve temel hak ve hürriyetler konularının aynı anda onlarca farklı kanunda yer alan hükümlerle değiştiren Torba Yasalarla düzenlenmesini hepimiz artık iyice kanıksadık. Parlementer sisteme, yasamanın ciddiyetine ve önemine verdiği zararlar, devletin temeliyle bireyi doğrudan etkileyen önemli mevzuatların yeterince tartışılamaması ve halka verdiği zararlar sebebiyle torba yasalar her zaman tehlikleli görülen, eleştirilen ve kınanan bir yasama metodudur.
Bu seferki Torba Yasa’dan da haftalardır mecliste neredeyse ölümle sonuçlanacak yaralanmalı kavgalarla, basında da gece gündüz tartışılan, hayatımızın merkezine oturan iç güvenlik paketi hükümleri ve Internet yasakları çıktı. Ülkemiz için bir de sürpriz vardı!
Bu Torba Yasa, aslında TBMM Genel Kurulu’na sunulan taslağında yer almayan bir de büyük sürprizle geldi! Son anda İç İşleri Bakanı tarafından teklif edilen Anaysamız’a göre hiçbir hükumet etme yetkisi ve görevi olmayan Cumhurbaşkanı’na kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği için örtülü ödenek olanağı veren önerge kabul edildi ve Torba Yasa içinde kanunlaştı.
İç güvenliğe ilişkin sıkı yönetim hükümlerini ayrıca tartışmaya gerek yok. Çok yalın bir şekilde ortaya koymak gerekirse bundan sonra polis hakim kararı olmadan ve hakim önüne çıkarmadan 48 saate kadar bireyi göz altına alabilecek, hakim kararı olmadan 48 saate kadar telefon dinlemesi yapabilecek, “şüpheli” görerek durdurduğu bireyi “soyabilecek”, ve hakim kararı olmadan durdurma-arama uygulamaları yapabilecek. En korkunç hükümlerden diğeri yüzünü kısmen de olsa kapatan biri 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek.
Internet’e ve Internet kullanıcılarına boyunduruk!
Diken’de yer bulan önceki yazılarımda belirttiğim ve her zaman sebebini uzun uzadıya anlatmaya hazır olduğum gibi Internet erişimi Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından temel bir hak olarak kabul edilmektedir. Ancak ülkemiz, doğrudan doğruya bu hakkın ihlali sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kınanmış olsa da ve bu durum Anayasa Mahkememizin içtihatlarında da yer bulmuş olsa da, hükumet Internet yasaklarını emsali ancak radikal rejimlerde görülebilecek boyutlara vardırdı.
Torba Yasa’nın 16. Maddesi, halk arasından “Internet Yasası” olarak bilinen 5651 sayılı Kanunun 8. Maddesi’ne getirdiği ek hükümlerle
Başbakan veya ilgili Bakan’ın “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlemesini önlemek, genel sağlık” gibi sebeplerle bir web sitesine içerikten çıkarma ve/veya erişimi engelleme kararı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (“TİB”) derhal ve en geç dört saat içinde uygulanacak;
Başkanlık içerikten çıkarma ve/veya erişimi engelleme kararını 24 saat içinde Sulh Ceza Hakimi onayına sunacak ve hakim 48 saat içinde karar verecek.
İçeriğin çıkarılması ve/veya içeriğe erişimin engellenmesi teknik olarak yapılamaz ise içeriğin yer aldığı hizmet (örneğin YouTube veya Twitter hizmetinin tamamı) tamamen engellenecek.
Suç olduğu değerlendirilen içeriği yayanlar (yani retweet veya facebook share edenler) hakkında, içeriği oluşturanlar gibi suç duyurusunda bulunulacak.
Bu düzenlemeler Anayasa’ya ve hukuka aykırıdır!
2014’ün başından beri yapılagelen ve büyük eleştirilere, büyük gösterilere maruz kalan, bu torba yasayla yeni bir boyut kazanan Internet yasakları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Ceza Hukukumuzun temel prensiplerine, Türkiye bakımından bağlayıcı olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Anayasa Mahkememizin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarına aykırıdır.
Bir içeriği, bir tweet’i veya bir Facebook postunu herhangi bir vatandaşımız paylaşırken suç olup olmadığını nereden bilsin? Kişinin hürriyeti en temel ve en kutsal hakkıdır. Hukuk öngörülebilirliği, güvenliği olmazsa devletin varlık sebebi ortadan kalkar. Devlet vatandaşını sindirmek, pusturmak ve hapsetmek için değil, özgür kılmak, fikri, vicdani zenginliğini geliştirmek, korumak ve gönendirmek için vardır.
Başbakan veya ilgili bakan kendisini bir hakim veya bir mahkeme heyeti yerine koyarak bir içeriğin milli güvenliğe, kamu düzenine, kamu sağlığına aykırı olduğuna karar veremez. Bu hususların hepsi yargılamayı gerektirir. Başbakan veya her hangi bir bakan polis değildir, savcı değildir. Kendisini polis, savcı, hakim yerine koyarak bir suç işlendiğinden, işlenmekte olduğundan veya işleneceğinden emin olarak bir içeriği kaldırtamaz veya ona erişimi engelleyemez.
Veya milyarlarca farklı içeriği barındıran web hizmetlerine (forumlar, Twitter, YouTube, Facebook, Ekşi Sözlük vb) erişim, hukuka aykırı olduğu iddia edilen tek bir içerik yüzünden engellenemez.
Başbakanlık veya bakanlık talepleri kanunda “idari emir” mahiyetinde düzenlenmiştir. İdari emir yargı kararı yerine geçemez. Sulh Ceza Mahkemesinden aranacak onay da, ilgili sulh ceza mahkemesinin adeta “özel teşkil edilmiş bir mahkeme” gibi özel olarak HSYK tarafından belirlenecek olması sebeiyle ağır töhmet altındadır.
Ağzından “hukukun üstünlüğü” ve “demokrasi” lakırdılarını düşürmeyen siyasetçilerimizden tek dileğim, ülkemizin hem insani hem de ekonomik kalkınması için, dünya liderliği için, önümüzü tıkayan bu yasama faaliyetlerinden ve uygulamalardan vaz geçmeleridir.
Zamanımın en büyük kısmını işime ayırmak zorunda olsam ve bundan büyük keyif alıyor olsam da, beni en çok geliştiren ve mutlu eden şeylerden biri de çok çeşitli konularda, çok çeşitli insanlarla bilgi ve tecrübe paylaşmak, onları tanımak, onlardan öğrenmek ve böylece hayatlarımızı, dünyamızı birlikte zenginleştirmek. 2014’ün son iki ayı bu anlamda verimli geçti.
Bu hafta, 18 sayfalık “Internet ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Kullanımı” başlıklı bir makale ile katıldığım “Direnişin @ Hali” isimli kitap Avrupa Birliği desteği ile Yeşil Düşünce tarafından yayınlandı. Kitabı buradan download edebilirsiniz. Önemle tavsiye ederim. Makalemde en son Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği organları kararlarıyla Internet erişiminin temel bir hak olarak tespiti, dünyada ve Türkiye’de ihlaller, Türkiye’den ve dünyadan ilgili mahkeme kararları da yer alıyor.
15 Aralık’ta İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Bilişim Hukuku Kulübü’nün muhteşem organizasyonuyla düzenlenen iki günlük Bilişim Hukuku Sempozyumu’na “Arama Motorlarının Hukuki Sorumluluğu” konulu tebliğim ile iştirak ettim. Arama motorlarının özel durumunu göz önünde tutarak sunmuş olduğum bu tebliğ yakında çok geniş bir makale olarak yayınlanacak.
6 Aralık’ta Bilgi Üniversitesi Executive MBA sınıfına “Girişimcilerin ve Girişim Yatırımcılarının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar” konulu bir ders verdim.
Kurumsal yönetim ile ilgili sürdürdüğümüz çok ciddi çalışmalarımız SPK, BIST, TKYD ve sair kurumlar nezdinde devam ederken, özel şirketlerin yönetim kurulları içinde ya da danışman olarak, aile şirketlerine özel hizmetler vererek, şirket değerlerini artırmalarını ve geleceğe güvenle bakabilmelerini sağlamaya devam ediyoruz. Daha fazla bilgiyi burada bulabilirsiniz.
Kasım’da çok önemli fakat bir o kadar da samimi iki konuğu ağırlama fırsatımız oldu. Alibaba.com’un eski başkan yardımcısı Porter Erisman ve nişanlısı Mayumi-san’dan iş hayatının çok ötesindeki konularda ilginç hayatlarından ve çok istisnai tecrübelerinden keyifle ilham aldık. Alibaba.com, Eylül’de dünyanın en yüksek değerli halka arzı rekorunu kıran şirket oldu. Bu başarının en önemli mimarlarından Erisman, Kasım’da Endeavor’un organizasyonu ile bir çok Üniversite’de kendi yapımı muhteşem bir belgesel olan A Crocodile in the Yangtze filminin gösteriminde ve atölye çalışmalarına katılarak Alibaba.com başarısının sırlarını paylaştı.
20 Kasım’da Boğaziçi Üniversitesi Yönetim ve Bilişim Sistemleri Departmanındaki ikinci dersimde mukayeseli fikri mülkiyet hukuku, birleşme ve devralmalar ve girişimcilik eksenlerinde çalıştık. Başta Bilişim Uygulamaları Araştırma Merkezi olmak üzere, Boğaziçi Üniversitesi’nin çeşitli merkezleri ve departmanları ile 2015 çalışmalarımızı programlamaya başladık bile!
Avrupa Birliği’nde 15 binden fazla yayıncı üyesi olan, üyelerinin toplam yıllık cirosu 40 milyar Avro olan EMMA’nın yılda yaptığı tek referans yayın olan “EMMA Magazine 2014 – 2015″te Türkiye’den alınan yegane makale “Media and Political Protests” başlıklı yazım oldu. Bu referans eserin yayını 18 Kasım’da Avrupa Parlamentosu’nun himayesinde Brüksel’de gerçekleşti.
Anayasa Mahkemesi (“AYM”), 2 Ekim 2014’te “Eylül Torba Yasası” ile getirilen Internet Yasası’nı değiştiren bir kısım hükmü iptal etti.
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. AYM’nin iptal kararları yetersizdir ve Internet Yasası hala Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayamayacak, hükumetimizin koyduğu 2023 hedeflerine ulaşmakta bize ayak bağı olacak hükümlerle doludur. Yine de AYM Kararı hayati önemdedir ve sevindiricidir.
Özellikle medya, akademisyenler ve insanımız “YouTube kapatıldı, Twitter kapatıldı” gibi işin artık magazinleşmiş tarafında. Oysa ki, bir ortaokul çocuğu bile bu “kapatılmayı” zahmetsizce, masrafsızca aşabilir.
Asıl problem ve en az üzerinde durulan acı gerçek yürütmenin yargı alanına tecavüzü ve yürütmenin yargı denetiminden çıkarılmasıdır.
2007 senesinde ilk yasalaştığı günden beri en samimi iyi niyetlimizle halkımız için, Internet eko-sistemi için ve devletimizin çıkarları için hukuk çerçevesinde hep görüşlerimizi belirttik. Ancak, yıllar geçti ve medyadaki adıyla “Internet Yasası”, 2014 içinde altı ayda olması gerekenin yüzseksen derece aksi yönüne doğru tam üç defa değiştirildi. Son olarak Internet Yasası, Eylül ayında Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonraki belki ilk onadığı yasa olan “Torba Yasa” ile değiştirildi.
Bu değişikliklerin çoğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (“AİHM”) Türkiye’yi haksız bulduğu Aralık 2012 tarihli bir hükümde “kanun olma yeterliliği taşımadığı” belirtilen Internet Yasası’nı hiç kimseye fayda sağlamayacak şekilde ve içlerinde benim de bulunduğum birçok hukukçuya göre Anayasa’ya aykırı olarak yapıldı.
Bu makaleyi kaleme alırken AYM kararını vermiş olmasına rağmen, bundan haberi dahi olmayan bir çok yorumcu 3 Ekim 2014 gecesi (Kurban Bayramı arefesi) ekranları doldurup TİB Başkanı’nın site kapatma yetkisinin ne kadar hukuki ve doğru olduğunu anlatmakta, buna karşı olanlar da yine bu AYM kararından habersiz bu düzenlemelerin hatalı olduğundan bahsediyordu. Bu sebeple dayanamadım, gerçekten bilmek isteyenlerle Bayram’ın ilk günü de olsa paylaşmak amacıyla bu makaleyi kaleme aldım.
TİB’in kendisine hiçbir şikayet dahi gelmeden, bizzat kendi takdiriyle, yargı kararı olmadan bir sitenin hukuka aykırı olduğunu, milli güvenliğe aykırı olduğunu “düşünmesi”, kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi gibi “amaçlarla”, söz konusu siteyi dört saat içinde kapatabilme yetkisi.
TİB tarafından kişilere ait Internet trafik bilgilerinin toplanması.
Bu kararın sonucu ne olacak?
TİB mahkeme kararı olmadan milli güvenliği ve kamu düzenini koruma gibi gerekçelerle (!) kapatma kararı alamayacak ve mahkeme kararı olmadan kişilerin Internet trafik bilgilerini (hangi sitenin ne kadar süreyle ziyaret edildiği, hangi sitelerden gelip gidildiği, kullanıcı bilgisayarına ilişkin tanımlamalar vs) saklayamayacak.
Pekiyi, AYM’nin bu kararıyla olması gereken noktaya geldik mi?
Hayır, ne yazık ki olması gerekenden fersah fersah uzaktayız. Çünkü;
TİB Başkanı’na ve personeline, aynı 2012’de MİT Yasasında yapılan değişiklikle getirildiği gibi yargı muafiyet getirilmektedir. Yani TİB Başkanı yasaya aykırı işlem yapsalar dahi yargılanmaları ancak ilişkili Bakan’ın izniyle, memurların yargılanmaları ise kurumun izniyle mümkün olabilecek. Bu açıkça hukuk devletinin temeli olan “idarenin işlemleriyle yargı denetimine tabi olması” prensibinin ihlalidir.
İçerik kaldırma başvuruları ancak HSYK tarafından belirlenecek Sulh Ceza Mahkemelerine yapılabilmesi. Bu durum uzman mahkeme kurma gereğine aykırıdr. Söz konusu başvurulara konu hakkında uzmanlaşmış hakimlerin/mahkemelerin bakması gerekir. Bu konuda uzmanlaşma da bir kanun maddesi çıkarmak kadar kolay değildir!
TİB Başkanı kendi takdiriyle, kendi dünya görüşüyle, kendisine şikayet dahi gelmeden bir sitenin özel hayatı ihlal ettiğini “düşünmesi” halinde, bu siteyi kapatabiliyor. Mahkemeye ancak site kapatıldıktan sonra kendisi kararını götürüyor.
Hakim, spesifik bir web sayfasına (URL bazlı) erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlâl olarak düşünülen durumun engellenemeyeceğini düşünürse, internet sitesindeki TÜM YAYININ engellenmesine karar verebiliyor.
“Uyar – Kaldır” olarak anılan, Internet’e içeriği koyana ve içeriği koyduğu yere başvurma yöntemi tamamen kaldırılacak. Herkes doğrudan mahkemeye (ya da yukarıda anlatılan durumda TİB’e gidecek), mahkeme kararı 24 saat içinde verecek ve engelleme emrini Erişim Sağlayıcılar Birliği’ne uygulatacak. Yani Twitter, Facebook, YouTube, Bloglar ve bunlara içerik sağlayan kullanıcılar tamamen süreç dışı bırakılıyor.