Yıl: 2015

2015 Genel Seçimlerine Dair Dokuz Nokta

  1. Yeni DAG BeyazSandıkların hala işliyor olması en büyük sevinç kaynağı, kazanım ve güvencedir. Sivil toplum güçlenmeye devam edecektir. Cumhurbaşkanı katılımıyla Anayasa ve yasa ihlalleriyle seçim kampanyası yürüten, yıllardır hem mali olarak hem demokratik olarak yanlış politikalar izlemekte ısrar eden bir hükumet, halk tarafından sandıkta iktidardan indirilmiştir.
  2. Meclis farklı dine ve etnisiteye mensup üyeleriyle, daha çok kadınıyla, daha çok genciyle renklendi, çeşitlendi, güzelleşti.
  3. HDP’nin mecliste temsil edilmemesi, zaten gayrımeşru olan seçim sistemimizi ve demokrasimizi tamamen tıkar ve Türkiye’yi tamamen felç ederdi. Yeni bir Anayasa görüşülürken HDP ve temsil ettiği oyların parlamentoda olmaması da düşünülemezdi. Kürt siyasi hareketinin ve azınlık haklarının savunulmasının yeri meclistir. Bu kazanımın dönüşü olmamalı.
  4. %13 oyunun %5’ini İstanbul ve İzmir’den alan HDP’nin sözlerine sadık kalması hatta ileri götürmesi gerekir. Aldığı oyların azımsanmayacak kısmı etknik değil, dayatma ve çağ dışılığa başkaldırıdır. HDP, Türkiyelileşmeden, hiçbir birey olması gerektiği şekilde Türkiyelileşemeyebilir.
  5. AKP’nin “demokratik açılım” konusundaki samimiyetsizliği ve hataları HDP’ye ve MHP’ye yaradı. AKP’nin hataları ve HDP’nin yükselişi, MHP’ye oturduğu yerde oy arttırdı.
  6. CHP’nin barajın %3’e inmesi için yaptıkları başta olmak üzere mecliste yaptığı çalışmalarını, seçim çalışmalarını, katılım çalışmalarının unutmak, Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin bir defa bile HDP’ye oy vermeyin şeklinde veya aleyhte bir kelam etmemesini unutmak hakkaniyete sığmaz. İlk defa kendi isteğiyle hakim gözetiminde ön seçim yaptı ve bu ön seçimler Sarıgül’ün bile meclise girememesi gibi bir sonuç yarattı. Buna rağmen her kesimden Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırılar ayıplanabilecek kadar ağırdı.
  7. CHP bir an önce, zaten aslında doğal fidanlığı olan, yüksek teknik bilgi ve eğitim sahibi dünyaya entegre gençlerle kimlikler üzerinden siyasetin yapılmadığı daha olgun dönemler için hazırlık yapmalıdır.
  8. AKP bir an önce geçmişine sünger çekmek ve makuliyete dönmek üzere önlemler almaz ise bir çözülme sürecine girmesi beklenebilir.
  9. Bundan sonra koalisyon kimden müteşekkil olacaksa olsun, ivedilikle halkın vicdanını yaralayan, anti-demoktratik ve ekonomik olarak Türkiye’ye fren yaptıran yasalar değiştirilmeli, bu tür politikalardan dönülmeli, seçim barajı %3’e indirilmeli, katma değerli üretime ve teknolojiye dayanan, mantıklı bir mali politika izlenmeli ve herşeyden önce ne pahasına olursa olsun YARGI BAĞIMSIZ kılınmalıdır.

TV, Radyo ve Gazete Yayınlarının Durdurulmasına İlişkin Talimat?

Twitter7Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın medyaya yönelik yeni bir eylem planı olduğu ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir karar alacağı birkaç gündür kamuoyunda tartışma konusu oldu. Savcılığın bu konuda ilgili devlet kurumlarına basın ve yayın yasağı anlamına gelecek taleplerini ilettiği de duyuldu. Hem yürürlükteki Anayasa’mız ve evrensel hukuk hem de telekomünikasyon hukuku çerçevesinde yaşananları ele almak gerek.

Öncelikle belirtmek gerekir ki yayınlarının durdurulması istenen televizyon ve radyo kanalları, devletin ilgili özerk kurumu tarafından kendisine kanal tahsisi yapılmış ve buna göre almış oldukları lisans çerçevesinde yayın yaparken yine devlet tarafından denetlenmekte olan yayın kurumlarıdır. Kendilerine tanınan lisanslara istinaden, tahsis edilen frekanslar üzerinde yayın yapmaları noktasında müktesep hakları vardır. Bu kazanılmış haklar en temel ticari kazanım ve korunması gereken haklar mesabesindedir. Çok daha net ifade edersek “dokunulmazdır.”

Günlük, haftalık veya süreli yayın yapan yazılı basın da aynı şekilde işleyebilecekleri hukuka aykırı fiiller bakımından cezai ve hukuki yaptırımlara tabi şekilde her sayılarını ilgili denetleme mercilerine vermek suretiyle denetlenirler.

Basın kanunumuz, Anayasa’mız ve Anayasa’mızın 90. maddesi çerçevesinde ülkemiz bakımından bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi basın hürriyetini, haber alma hürriyetini ve ifade hürriyetini “temel insan hakkı” olarak tanır. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin basın, haber alma ve ifade hürriyetlerine ilişkin yerleşik içtihatları vardır. Bahsettiğim ana mevzuat ve yerleşik içtihatlar uyarınca basın hürriyeti, haber alma hürriyeti ve ifade hürriyeti, yaşam hakkı, fiziksel dokunulmazlık hakkı ve fiziksel özgürlük hakları ile aynı kategoride ele alınır. Bu hürriyetler, ancak ve ancak toplumun tamamı tehdit edildiğinde ve sadece bu tehdit ile mücadeleye yönelik olarak orantılı biçimde ve kanun ile sınırlanabilir. Böyle bir kanun yapma yönündeki yasama fiili dahi kanun çıktığı anda ve sonrasında uygulamasının öngörülen sınırların içinde olup olmadığı, uygulamada istismar olup olmadığı hem usul ve karar alma yönünden hem de ekonomik yönden bağımsız olması gereken mahkemelerin denetimine tabidir. Anayasa Mahkememiz, Anayasa tarafından öngörülmeyen bir sınırlama sebebinin kanunla dahi öngörülemeyeceğine hükmetmiştir. (1996/70 E., 1997/53 K. sayılı, 05.06.1997 tarihli kararı. Resmi Gazete tarih/sayı:04.04.2003/25069) Yani bu hürriyetlerin sınırlanması sadece savcı talimatıyla yapılması zaten ceza hukukumuza ve yukarıda saydığım temel mevzuata ve yerleşik içtihatlara aykırıdır.

Radyo, TV ve yazılı basın araçlarına getirilecek durdurma, henüz buralarda yapılmış dahi olmayan tüm yayınların toplumun tamamının bekasını tehdit edecek anayasal suçlar içereceği varsayımı içerir ki bu, hem mantığa hem de hukuka aykırıdır. Bu şekilde süreli yayınların, yani yarın da yayınlanacak veya haftada bir yayınlanan yayınların yasaklanmasının hukuka aykırılığına ilişkin AİHM kararları mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve yargı organlarının temel anayasal görevi vatandaşlarının temel hak ve menfaatlerini korumaktır. Devletin, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlamaması prensibine dayalı negatif yükümlülüğünün yanı sıra, bu hak ve hürriyetleri sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak gibi bir pozitif yükümlülüğü de mevcuttur.

Anayasa’mızın haberleşme ve fikir yayma hürriyetini düzenleyen 22. ve 26. maddeleri açıktır. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Basında yer alan eleştirilerin, şiddet ve isyanı teşvik etmediği sürece, ağır ithamlar ve kırıcı bir dil içeriyor olsa dahi, ifade hürriyetinin kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiği, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları ile sabittir. Bu konuda yapılacak her türlü müdahale ve ölçüsüz önlem, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin ihlal edildiği anlamına gelecektir. Bir gazete yazarının, sadece gerçeği kanıtlayabilme koşuluyla eleştirel değer yargılarında bulunabileceği şeklindeki bir düşünce, ifade hürriyeti kapsamında ölçülü bir sınırlama olarak kabul edilemez. (AİHM, Wirtschafts Trend Zeitschriften GmbH-Avusturya Kararı 16.04.1998 26113/95 )

Hatta beddua etmek, rahatsız edici, şoke edici, sert, kaba, eleştiride bulunmak, nezaket sınırlarını aşarak eleştirmek, hicvetmek, uyarıda bulunmak, hatta belli ölçülerde abartmak, kışkırtmayı içermesi, bu ifadelerin nesnel bir açıklama ile desteklendiğinde kişisel saldırı olarak görülemeyeceği Yargıtay Ceza Genel Kurulu’muzun ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarıyla müsbit ve doktrinde de ihtilafsızdır. (AİHM’nin 5493/72 sayılı ve 7.12.1976 tarihli Handyside/İngiltere Kararı ile 3692 sayılı ve 27.05.2003 tarihli Skalka/Polonya kararları, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.07.2006 tarih ve 2006/181 sayılı kararı)

Anayasa’mızda 2010 yılında yapılan değişiklikle getirilen bireysel başvuru hakkı, idare tarafından yapılan kanun ihlallerine karşı bireysel başvuru imkanı sağlamaktadır.

Uluslararası alanda en saygın sivil toplum örgütlerinden olan, yayın yaptığı 7 dilden biri Türkçe olan Gazetecileri Koruma Komitesi’nin analitik verilere ve analizlere dayalı olarak yaptığı, “Dünyanın En Kötü Gazeteci Zindancısı” listesinde ülkemiz 2012 ve 2013 yıllarında dünyanın en kötü gazeteci zindancısı olmuştur. 2014 yılında ise Çin, Eritre, Etiyopya, Vietnam, Suriye ve Burma ile birlikte yine en kötü gazeteci zindancısı listesinde ilk yedide yer almıştır. Bu durum diğer tüm basın ve ifade hürriyeti ve insan hakları endeksleri bakımından da farklı değildir.

Sadece kendi hukukumuzu doğru uygulamaya çalışarak ve vatandaşlarımızın temel haklarına öncelik vererek bu manzaradan kurtulabilmenin, Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülke için zor olmadığını düşünüyorum. Bunu sağlamanın yolu ise öncelikle mevcut anayasal haklar ve özgürlükler çerçevesinde basın yayın özgürlüklerinin korunması; yine AİHS ve evrensel hukukun getirdiği özgürlükçü yaklaşımla demokrasimizin pekiştirilmesi olacaktır. Yasak, yayın durdurma, müsadere gibi üçüncü dünya hukukunda bile kendine yer bulmayan uygulamalar, Türkiye’yi bu dünya müktesebatından koparmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

ABD’de Olmayanların Hesapları ABD makamlarına verilmeyecek! Dijital Pazarlama ne olacak? Son bir haftada Twitter’da neler değişti?

Twitter7

Twitter, 17 Nisan 2015’te açıkladığı bir ilke değişikliği ile hesapları, ABD hesabı ve ABD harici hesaplar olmak üzere iki farklı sisteme uygun olarak yöneteceğini açıkladı. Unutulmasın ki bu değişiklikler çok moda haline gelen Persicope için de söz konusu.

Buna göre ABD’de yaşayanların hesapları San Francisco’da bulunan Twitter Inc. tarafından, ABD harici ülkelerde yaşayanların hesapları ise Dublin’de bulunan Twitter International tarafından yönetilecek.

Bu ilke değişikliği Twitter’ın Ekim 2014’te ABD Federal Hükumetinin hesap ve kullanıcı bilgi taleplerinin ABD Anayasası’na aykırı olduğu gerekçesi ile New York’ta dava etmesinden sonra çok daha fazla anlam kazandı.

ABD’de yaşayanların hesapları, NSA’in (Milli Güvenlik Kurumu) ve mevzuatının etkili olabildiği kararları çıkaran ABD mahkemelerine ve ABD hukukuna tabi olacak. Ancak ABD’de bulunmayanların hesapları Irlanda şirketi tarafından yönetilecek, veriler İrlanda’da saklanacak ve AB mevzuatına ve İrlanda Veri Koruma Kurumu’nun düzenlemelerine tabi olacak.

Burada herkesin gözden kaçırdığı en önemli nokta bence bu değişiklik sayesinde ABD mahkemelerinin ve makamlarının ABD’de olmayanların hesapları hakkında talep ettiği bilgi ve verdiği kararlar bakımından Twitter’ın bu talep ve kararlara uymaktan imtina edebilecek olmasıdır. Bundan sonra ABD makamları, ABD’li olmayan hesaplar bakımından kendi kanunlarını ancak uluslararası anlaşmaların izin verdiği usul ve esaslar çerçevesinde uygulatabildiği kadar uygulatacak.

Tabii bu durum hemen aklımıza ülkemizdeki idarenin  “bize bilgi vermiyorlar, bizim kanunlara uymuyorlar, onları dizlerinin üzerine çöktürdük” gibi ifadeleri geliyor. Daha önce de verdiğim bir çok karakteristik örnekte olduğu gibi herşey hukuk çerçevesinde yapılabilir, yapılmalıdır ve yapıldığında olur!

Bu değişikliğin reklam ilkeleri bakımından da Twitter’ın hem leyhine, hem de aleyhine olabilecek bazı sonuçları da olabilir. AB içinde nisbeten daha gevşek mahremiyet düzenlemeleri olduğu bilinen İrlanda dijital pazarlama bakımından avantajlı olabilse de, reklam ilkeleri bakımından AB mevzuatı, ABD’ye göre daha muhafazakar sayılabilir. Bu arada belirtmekte fayda var ki, İrlanda, Veri Koruma Kurumu’nun bütçesini 1,9 milyon Avro’dan, 3,85 milyon Avro’ya çıkardı ve yeni bir veri koruma ve mahremiyet düzenlemesi yapmakta. Bunu da İrlanda’nın kendisini baz olarak kullanan Twitter, Facebook, Google gibi şirketlerin mahremiyet politikalarını daha yakından takip edeceği şeklinde yorumluyorum.

Söz konusu değişiklik 18 Mayıs 2015’te yürürlüğe girecek.

Twitter’ın 21 Nisan 2015’te (dün) ilan ettiği bir diğer ilke değişikliği de Twitter’ın istismara karşı açtığı savaşın bir sonucu. Twitter, kullanıcıların en güvendiği, mutlu olduğu ve emniyette olduğu dijital platform olmak istiyor. Bu sebeple bundan sonra seri olarak alacağı ilk tedbir olarak doğrudan şiddet ve tehdit söylemi yasağına, şiddeti ve tehdidi kışkırtacak, teşvik edecek söylemleri yasaklamayı ekledi.

Teknoloji ve Internet, kendi oto kontrolü ve düzenelemeleriyle yaşamaya ve evrilmeye, güçlü bir şekilde devam ediyor!

Tek Sayfada Tüm Açıklamalar: Google, Twitter, Facebook, YouTube Kapatmaları, Son Mevzuat Değişiklikleri

Ben 128 Mart – 7 Nisan tarihleri arasında yayınlanan makalelerim ve görüşlerim, tüm gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirebilmeniz için aşağıda sunulmuştur.

New York Times, 7 April 2015, with contributions of Burcak Unsal & Prof. Yaman Akdeniz, Google Removes Links to Images of Slain Prosecutor in Turkey.

CNN Turk, 7 Nisan 2015,  Google ve YouTube Engellenmedi.

Hürriyet, 7 Nisan 2015, Twitter, YouTube ve Facebook’a Erişim Engeli.

Bugün, 7 Nisan 2015, Anayasa Mahkemesi Kararları’na Rağmen Sosyal Medyaya Kelepçe Taktılar

Posta, 7 Nisan 2015, Google O İçerikleri Kaldırdı. Ama Aramada Hala Çıkıyor. Peki Neden?

Hürriyet, 6 Nisan 2015, Twitter ve YouTube’a Yasak. Twitter ve YouTube  Kapatıldı mı?

Diken, 6 Nisan 2015, Sosyal Medyayı Karartan Kararın Tam Metni –  Hem Hukuka Aykırı Hem Uygulanamaz

Diken, 6 Nisan 2015, Artık Sosyal Medyada Her Paylaşım Tehdit Altında – BTK Online İhbar Hattı Tam Makalem

Your Middle East, 29 March 2015, Omnibus Bill Chains the Internet and the Streets in Turkey, Full Article

Cenk Sidar HurriyetDiken, 28 Mart 2015, Internet’e ve Sokağa Pranga Vurarak 2023 Hedefi Hayal! Torba Yasa, Internet Yasası, İç Güvenlik Paketi, Örtülü Ödenek – Tam Makalem

BGNNews, 26 March 2015, AK Party’s Avalance of “Insult” Cases Crushing Free Expression

Bugün, 26 Mart 2015, Cenk Sidar’ın Internet’teki Yazısına Başbakan’ı Eleştirdin Sorgusu

Milliyet, 23 Mart 2015, Bilişim Hukuku’nun Güncel Sorunları Konuşuldu

 

 

 

 

Online İhbar Hattıyla Herkes “Muhbir”!

social-media-block-375x247Bugün (5 Nisan 2015), Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (“BTK”) Başkanı Tayfun Acarer, sosyal medyada kişilik haklarının ihlal edildiğini düşünen kullanıcılar için online ihbar hattı kurduklarını açıkladı.

Pekiyi, geleneksel basında ve sosyal medyada büyük bir yankı bulan bu idari tasarrufun bir hukuki temeli var mı?

Evet, kanuni temeli var. Ama kısaca anlatalım ve kanuni temelin aynı zamanda hukuki olup olmadığına siz karar verin.

Avrupa Birliği mevzuatı ile uyum sağlamak adına 2007’de (halk arasındaki adıyla) Internet Kanunu kabul edildi. (5651 Sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun).

Internet Kanunu, ABD’de ve AB’de de bulunan “uyar-kaldır” (notice and take-down) dediğimiz yöntemi son derece yetersiz ve detaysız olarak hukukumuza getirmişti. Ama bu “uyar-kaldır” neydi ve ne işe yarardı?

“Uyar-kaldır” Internet’te, sosyal medyada, hakları ihlal edildiğini düşünen kişilerin öncelikle sırasıyla bu yayını yapan içerik sağlayıcıya veya yer sağlayıcıya (YouTube, Twitter, Ekşi Sözlük vs) başvurarak ilgili içeriğin kaldırılması için uyarıda bulunmasını sağlayan bir yöntemdir. Uyar-kaldır yöntemi tüm hukuka aykırı olduğu düşünülen her türlü içerik için zaten mevcuttu ve kullanılıyordu.

“Uyar-kaldır” sisteminin etkinliğinde gerek düzenlenme şeklinden gerekse uygulama biçiminden ve bir kısmı da sosyal medya şirketlerinden kaynaklanan bir çok problem oluştu.

Özellikle 2012 tarihinden itibaren Internet Kanunu’nun daha doğru şekilde düzenlenebilmesi için yaptığımız bir çok kanuni düzenleme ve sosyal medya şirketleriyle işbiriği / uygulama tavsiyesinin içinde doğru, etkin ve uygulanabilir bir “uyar-kaldır” sistemi de bulunuyordu.

Ancak tüm iyileştirme ve etkinleştirme tavsiyelerimize rağmen yedi yıl boyunca düzeltilmeyen, Internet Kanunu Şubat 2014’te, bir çok çevrenin 17 Aralık soruşturmalarına ve tapelere bağladığı gerekçelerle, Internet’in ve kullanıcılarının tamamen baskı altına alınmasına yönelik olarak iki haftada iki defa değişikliğe uğradı.

Internet Kanunu’na eklenen 9/A Madde’siyle, yukarıda anlattığımız “uyar-kaldır” sistemimiz kaldırılmamakla birlikte, özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin, mahkemeye gitmeden doğrudan TİB’e başvurarak içeriğe erişimin engellenmesi isteyebilmesi sağlandı. TİB’in, kendisine gelen bu talebi uygulanmak üzere derhal Erişim Sağlayıcıları Birliğine göndermesi ve erişim sağlayıcıların da bunu en geç dört saat içinde yerine getirmesi zorunlu kılındı. Başvuru sahibine ise ancak talebi üzerine erişim engellendikten sonra 24 saat içinde bu talebini Sulh Ceza Mahkemesinin onayına sunması zorunluluğu getirildi.

Bizce vatandaşın özel hayatını korumak için bu düzenlemelere gerek yoktu. Her zaman bunun nasıl yapılabileceğini belirttik, yine açıklayabiliriz. Özel hayat alanı, ihlali, zararları ve sonuçları benim için, sizin için, Başbakan için veya  çok ünlü bir sanatçı için farklıdır. Sizler veya ben, dışarıda birisiyle bir yemek yerken yanımdaki ile fotoğrafımın çekilmemesini bekleyebilirim, ancak bir Başbakan’ın veya çok ünlü bir sanatçının özel hayatı evinin kapısının eşiğinde başlar. Ayrıca bu bilgiye erişilmesindeki kamu menfaati ile mahremiyet beklentisi arasında bir menfaat çatışması olabilir. Tüm toplumun bilgi almaktaki kamusal menfaati, kamuya mal olmuş bireyin mahremiyet beklentisini bertaraf eder nitelikte olabilir. Kısacası her bir münferit durum kendi şartlarına göre yargılamayla belirlenmelidir.

Burada yargı en baştan devre dışı bırakıldığı gibi hem kamu menfaati potansiyel bir tehdit altındadır, hem de o içeriği oluşturan içerik sağlayıcının ve o içeriğin yer aldığı yer sağlayıcının hukuki güvenliği, hak ve menfaatleri de tehdit altındadır.

2014 öncesi mevzuatımız zaten yeterli koruma sağlamıyor muydu, bu düzenlemeler ve uygulamalar gerçekten halkı koruyabilecek mi, yoksa bazı şeyleri daha da mı kötüleştirecek? Hep birlikte göreceğiz.

27 Mart 2015 Torba Yasa: Internet yasakları, iç güvenlik paketi, Cumhurbaşkanı’na örtülü ödenek.

Capture

Internete ve Sokağa Pranga Vurarak 2023’te “Dünya Lideri Türkiye” Hedefi Hayal başlıklı yazım Diken’de. Diken’i takip edin…

Bugün, 27 Mart 2015’in ilk saatlerinde TBMM Genel Kurulu’nda yine birbiriyle ilgili ilgisiz bir çok mevzuatta yer alan bir çok hükmü değiştiren bir Torba Yasa daha kabul edildi.

Hayatlarımızın temeli olan mali, cezai, sosyal ve temel hak ve hürriyetler konularının aynı anda onlarca farklı kanunda yer alan hükümlerle değiştiren Torba Yasalarla düzenlenmesini hepimiz artık iyice kanıksadık. Parlementer sisteme, yasamanın ciddiyetine ve önemine verdiği zararlar, devletin temeliyle bireyi doğrudan etkileyen önemli mevzuatların yeterince tartışılamaması ve halka verdiği zararlar sebebiyle torba yasalar her zaman tehlikleli görülen, eleştirilen ve kınanan bir yasama metodudur.

Bu seferki Torba Yasa’dan da haftalardır mecliste neredeyse ölümle sonuçlanacak yaralanmalı kavgalarla, basında da gece gündüz tartışılan, hayatımızın merkezine oturan iç güvenlik paketi hükümleri ve Internet yasakları çıktı. Ülkemiz için bir de sürpriz vardı!

Bu Torba Yasa, aslında TBMM Genel Kurulu’na sunulan taslağında yer almayan bir de büyük sürprizle geldi! Son anda İç İşleri Bakanı tarafından teklif edilen Anaysamız’a göre hiçbir hükumet etme yetkisi ve görevi olmayan Cumhurbaşkanı’na kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği için örtülü ödenek olanağı veren önerge kabul edildi ve Torba Yasa içinde kanunlaştı.

İç güvenliğe ilişkin sıkı yönetim hükümlerini ayrıca tartışmaya gerek yok. Çok yalın bir şekilde ortaya koymak gerekirse bundan sonra polis hakim kararı olmadan ve hakim önüne çıkarmadan 48 saate kadar bireyi göz altına alabilecek, hakim kararı olmadan 48 saate kadar telefon dinlemesi yapabilecek, “şüpheli” görerek durdurduğu bireyi “soyabilecek”, ve hakim kararı olmadan durdurma-arama uygulamaları yapabilecek. En korkunç hükümlerden diğeri yüzünü kısmen de olsa kapatan biri 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek.

Internet’e ve Internet kullanıcılarına boyunduruk!

Diken’de yer bulan önceki yazılarımda belirttiğim ve her zaman sebebini uzun uzadıya anlatmaya hazır olduğum gibi Internet erişimi Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından temel bir hak olarak kabul edilmektedir. Ancak ülkemiz, doğrudan doğruya bu hakkın ihlali sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kınanmış olsa da ve bu durum Anayasa Mahkememizin içtihatlarında da yer bulmuş olsa da, hükumet Internet yasaklarını emsali ancak radikal rejimlerde görülebilecek boyutlara vardırdı.

Torba Yasa’nın 16. Maddesi, halk arasından “Internet Yasası” olarak bilinen 5651 sayılı Kanunun 8. Maddesi’ne getirdiği ek hükümlerle

  • Başbakan veya ilgili Bakan’ın “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlemesini önlemek, genel sağlık” gibi sebeplerle bir web sitesine içerikten çıkarma ve/veya erişimi engelleme kararı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (“TİB”) derhal ve en geç dört saat içinde uygulanacak;
  • Başkanlık içerikten çıkarma ve/veya erişimi engelleme kararını 24 saat içinde Sulh Ceza Hakimi onayına sunacak ve hakim 48 saat içinde karar verecek.
  • İçeriğin çıkarılması ve/veya içeriğe erişimin engellenmesi teknik olarak yapılamaz ise içeriğin yer aldığı hizmet (örneğin YouTube veya Twitter hizmetinin tamamı) tamamen engellenecek.
  • Suç olduğu değerlendirilen içeriği yayanlar (yani retweet veya facebook share edenler) hakkında, içeriği oluşturanlar gibi suç duyurusunda bulunulacak.

Bu düzenlemeler Anayasa’ya ve hukuka aykırıdır!

2014’ün başından beri yapılagelen ve büyük eleştirilere, büyük gösterilere maruz kalan, bu torba yasayla yeni bir boyut kazanan Internet yasakları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Ceza Hukukumuzun temel prensiplerine, Türkiye bakımından bağlayıcı olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Anayasa Mahkememizin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarına aykırıdır.

Bir içeriği, bir tweet’i veya bir Facebook postunu herhangi bir vatandaşımız paylaşırken suç olup olmadığını nereden bilsin? Kişinin hürriyeti en temel ve en kutsal hakkıdır. Hukuk öngörülebilirliği, güvenliği olmazsa devletin varlık sebebi ortadan kalkar. Devlet vatandaşını sindirmek, pusturmak ve hapsetmek için değil, özgür kılmak, fikri, vicdani zenginliğini geliştirmek, korumak ve gönendirmek için vardır.

Başbakan veya ilgili bakan kendisini bir hakim veya bir mahkeme heyeti yerine koyarak bir içeriğin milli güvenliğe, kamu düzenine, kamu sağlığına aykırı olduğuna karar veremez. Bu hususların hepsi yargılamayı gerektirir. Başbakan veya her hangi bir bakan polis değildir, savcı değildir. Kendisini polis, savcı, hakim yerine koyarak bir suç işlendiğinden, işlenmekte olduğundan veya işleneceğinden emin olarak bir içeriği kaldırtamaz veya ona erişimi engelleyemez.

Veya milyarlarca farklı içeriği barındıran web hizmetlerine (forumlar, Twitter, YouTube, Facebook, Ekşi Sözlük vb) erişim, hukuka aykırı olduğu iddia edilen tek bir içerik yüzünden engellenemez.

Başbakanlık veya bakanlık talepleri kanunda “idari emir” mahiyetinde düzenlenmiştir. İdari emir yargı kararı yerine geçemez. Sulh Ceza Mahkemesinden aranacak onay da, ilgili sulh ceza mahkemesinin adeta “özel teşkil edilmiş bir mahkeme” gibi özel olarak HSYK tarafından belirlenecek olması sebeiyle ağır töhmet altındadır.

Ağzından “hukukun üstünlüğü” ve “demokrasi” lakırdılarını düşürmeyen siyasetçilerimizden tek dileğim, ülkemizin hem insani hem de ekonomik kalkınması için, dünya liderliği için, önümüzü tıkayan bu yasama faaliyetlerinden ve uygulamalardan vaz geçmeleridir.

 

Adalet Üzerine Tek Sayfa – 1

Burcak Demokrasi ve Adalet~2Martin Luther King Günü olarak kutlanan ABD’li insan hakları aktivisti ve savunucusu siyah lider Marthin Luther King’in doğum günü için:

Adalet, başlı başına eşitlik demek olmadığı gibi, kanuni, ahlaki veya dini demek de değildir.

Tam tersine (i) eşitlik veya eşit olan, (ii) ahlak veya ahlaki olan, (iii) herhangi bir din veya o dine uygun olan, ya da (iv) kanun veya kanuni olan adil olmayabilir.

Kanuni olan her hangi bir zamanda iktidar olan bir monarkın, bir grubun, hatta demokrasilerde tiranlaşmış, yozlaşmış bir hükumetin ürünü olabilir.  “Devlet (kanun) benim!” diyen Fransa’nın ünlü “Güneş” Kralı XIV. Louis, 1932 Alman Başkanlık seçimleriyle seçilip, kanunlar çerçevesinde ve demokratik olarak iktidara gelip dünyayı ırkçılık temelinde kana bulayan Hitler “kanuni” olanın ürünüdür. Kanuniliğin adaletten ve vicdandan uzak, tiraniye ve zulme dönüşebileceğini, hatta kendi annesi olan demokrasiyi dahi yiyebilecek bir canavara dönüşebileceğini tarih defalarca ispat etmiştir.

Ahlak, halk etmek yani yaratmak kökünden gelen bir Arapça kelimedir, “hulk” ise yaratılış anlamına gelir. Bu bakımdan “ahlak” yaratılıştan gelen huy özellikleri biçiminde değerlendirilmiştir. Türkçe’de yüklenen anlamıyla bireyin sosyal değerlerini yani bir yandan kişinin yaratılıştan gelen farklı karakter özelliklerini, huylarını ifade ederken diğer yandan kişinin sonradan edindiği tutum ve davranışlar için de kullanılır.  Bir diğer anlam boyutu da toplumun benimsediği değerler sisteminin de adı olmuş ve bireyin zaman zaman toplumla olan çatışmasının sebebi, zaman zaman toplumun bireye empoze ettiği değer yargıları sistemi anlamlarında da kullanılagelmiştir.

Ahlak da topluma, yere, zamana hatta kişiye dahi değişebilecek olan, toplumun bir kısmının veya zümresinin bir bireye, birkaç bireye veya bir gruba zulmetmesine zemin olarak gösterebilecek bir silah olarak kullanılabilir. Ahlak kisvesi altında insanlar damgalanır, takibata uğrar, uzuvları kesilir, işkence görür, öldürülür. Bilimle uğraştığı için takibata uğrayan, öldürülen aydınlar, tecavüze uğradığı için işkence gören, yakılan, öldürülen, recmedilen kadınlar, ruhuna şeytan girdi diye işkenceye uğrayan akıl hastaları hep silah olarak da kullanılabilen bir ahlak anlayışının kurbanı olmuştur.

Kanun ve ahlak gibi en güzel araçlar olarak kullanılabilecek iken, silah haline gelen kavramlar gibi, eşitlik de kullanılma biçimine göre bir adaletsizlik hatta zulüm aracı haline gelebilir. Bir derebeyi ile o derebeyinin mülkünde çapa sallayan bir köylüye uygulanan “eşit” vergi, elinden eğitime ve bilgiye ulaşma imkanı alınmış bir çocukla, her türlü eğitime ve bilgiye ulaşma imkanı olan bir çocuğun aynı sınavla geleceğini belirleyecek yegane an olan üniversite sınavına sokulması, insanların cinsiyetlerinin farklı olmasına rağmen aynı çalışma şartlarına tabi tutulması gibi.

İşte bu gerçekleri gören modern hukuk, ahlaktan, dinden, eşitlikten veya kanundan bağımsız bir adalet anlayışı geliştirmiş ve bunun temellerini kendisi de halen değişen zamana göre evrilmekte olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne dercetmiştir. Modern hukuk devletlerinin anayasa mahkemeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hep bu bilimsel ve vicdani hukuk temelli adaleti tecelli etmek için çok büyük çabalara girişmiştir.

Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri, kanunla ve anayasa mahkemesi kararları ile, zamanında ülkelerine köle olarak getirdikleri, kölelik kalktıktan sonra da eşit eğitim ve fırsat eşitliğini götüremedikleri siyah topluma “affirmative action” adı altında eğitimde, iş dünyasında ve bazı toplumsal imkanlara erişimde imtiyazlar tanımaktadır. Siyah bir gencin en iyi Amerikan üniversitelerine girmesi zaman zaman aynı puanı hatta daha yüksek puanı alan beyaz bir gencin aynı üniversiteye girememesi sayesinde eşitleyici değil, geçmişin zulmünü, hatalarını ve eşitsizliğini giderici şekilde “denkleştirici” bir fiil ile sağlanmaya çalışılmakta, bu şekilde kümülatif bir toplumsal adalet ve imkan dağılımı tesis edilmeye çalışılmaktadır. Kamuya ve özel sektöre işe alımlarda kadınlara, etnik azınlıklara veya cinsiyet ayrımına uğramış olan çevrelere imtiyaz tanınması yine aynı mantığın bir sonucudur.