Ortak Payda İnsanlık Onuru
İfade özgürlüğü hukuk metinlerinde geçen yüce bir ilke olmaktan öte, aynı zamanda sağlıklı birey olmak için tıbbi bir zorunluluktur.
İnsanların duygularını, düşüncelerini, üzüntülerini, kızgınlıklarını, taleplerini tatminkar bir şekilde ifade edebilmelerinin, seslerini duyurabilmelerinin ve cevap alabilmelerinin, ciddiye alınmalarının teröpatik, tedavi edici bir yönü vardır.
Bu kişi için bir ihtiyaç, bir gerekliliktir. Eğer birey önce ailede babasının, okulda öğretmeninin, askerde komutanının, evde kocasının, dışarıda başbakanının korkusuyla, baskısıyla herşeyi içine atmak, bastırmak zorunda kalırsa sadece psikolojik olarak değil, çok uzun olmayan bir vadede kansere kadar varan yıkıcı sağlık zararlarına uğrar.
Demokrasi ve özgürlükler, bireyin zihinsel ve bedensel sağlığı, gelişimi için olduğu kadar, bireylerden ve aileden oluşan toplum için de vazgeçilmezdir. Baskı, korkutma, sindirme sadece bireyi değil, karmaşık bir organizma olan toplumu da patlamaya sürükler. İnsanlık tarihi baskıya, şiddete, korkuya karşı gerek bireysel tepkilerin, gerekse toplumsal patlamaların şahididir.
İşte bu yüzden bugün hep atıfta bulunduğumuz modern, demokratik ve seküler hukuk manzumeleri değil, başta İslâm olmak üzere, tüm dinler hoşgörü, adalet, hakkaniyet, birey sağlığı, toplum sağlığı ve düzen için fikir ve ifade özgürlüklerinin önemine vurgu yaparak, onları koruyarak güvence altına almaya çalışmışlardır.
“Senin dinin sana, benim dinim bana” buyuran bir Kitap’ın peygamberi Hz. Muhammed’i hoşgörüsü, adaleti ile birlikte insanlar arasında onu evlâ kılan en önemli hasletidir. Kendisi içinde yaşadığı toplumda, hangi kavimden, hangi dinden olursa olsun herkes tarafından “el emin” yani güvenilir kişi olarak tanınarak saygı gösterilen kişi olmuştur.
İslâm, her renkten, her milletten, her dinden insana gelmiştir ve Hz. Muhammed de bu evrensel Söz’ü baskı altında zulme uğrayanlardan ve muhtaçlardan başlayarak ayrım gözetmeksizin tüm insanlığa tebliğ etmiştir.
Bakara Sûresi, Kur’an’ın inmesiyle hakkın, batıldan ayrıldığını ve iman edenlerin de, etmeyenlerin de Allah tarafından işitilip, bilineceğini anlatır. Gaşiye Sûresi “Sen artık öğüt verip hatırlat. Sen yalnızce bir öğüt verici ve hatırlatıcısın. Onları icbar edecek (zor, baskı kuracak) değilsin……………. onları hesaba çekmek de elbette bize aittir.” Demektedir. Kehf Sûresi 29 ise “Hak Rabbindedir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” der.
Allah kelâmı, Tanrı buyruğu dahi bunu derken, iman etmekle mükellef insanın bir başka insana zor kullanması elbette ki haklı ve meşru bulunamaz.
Bugün geldiğimiz noktada seküler anayasalar ve insan hakları metinleri de bu yaklaşımdan farklı bir yaklaşım benimsemiş değillerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’ninki de dahil olmak üzere, tüm uygar anayasalar ve demokratik hukuk devletleri vatandaşlarının din ve vicdan hürriyetlerini, ibadet özgürlüklerini korur ve güvence altına alır. Bir yandan da bir dine mensup olanların, farklı bir dine mensup olanlara veya inanmayanlara tahakkümünü ve zorlamalarını engeller. Hiçbir dinin tarafı olmayan (seküler) kanunlar, mahkemeler ve idare ile insanlara eşit muamele eder, adaleti hakkaniyet ve nesafet ilkelerine göre dağıtır.
Din adına ifade özgürlüğüne ve bireysel tercihler müdahale etmeyi düşünebilenler, bu sebeplerle önce mukaddes kitaplarını anlamalı, peygamberlerinin sünnetine bakmalıdırlar. Hiçbir seküler hukuk da suiistimal edilmemeli, canı acımış olan da elde icra gücü olduğu için yasayı çarpık yorumlayarak başkasının canını acıtma çabasına (kısas) girişmemelidir.
Hoşgörü, eşitlik, adalet ve azınlığın hakkının dahi çoğunlukça savunulması hepimizin ortak paydası ve içimizdeki insanlık onurunun, erdeminin gereğidir.