Generation 4C, Twitter Gözaltıları ve Magna Carta
Kuşağın ismi Generation 4 C. “4C” creativity (yaratıcılık), choice (tercih), connection (iletişim) ve content (içerik) kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor.
Bu kuşak tercih kullanabilmeyi en önemli hakkı olarak algılıyor. Tercih hakkına saygı ise en önemli beklentisi. Tercihini beğendiği, yakın hissettiği içerikten yana kullanıyor. Hatta artık herkes içeriğini kendisi yaratıyor, kendisini yarattığı içerikle ifade ediyor ve bunu her zamandan daha hızlı ve daha etkin iletişim kanalları ile paylaşıyor.
Zaman bireysel tercih, yaratıcılık, içerik ve iletişim zamanı. Ortak fayda ve fikir birliği ise toplumun bu içeriğe yaptığı saygılı katkı ile sağlanıyor.
İnsanların Twitter’da paylaştığı içerik ve görüşler sebebiyle yapılan gözaltılar bugün her zamandan daha fazla ön planda. Bunun sebebi, bu uygulamanın kamu vicdanını yaralaması, usulsüzlüğü ve 800 yıl önce kazanılan bir mücadele sonucu elde edilen hakları dahi tehdit eder nitelikte olması.
Kamu vicdanını tehdit ediyor çünkü ülkemizde ifade hürriyeti Anayasa tarafından güvence altına alınan temel bir insan hakkı! Bu hak, ancak çok açık ve ağır olarak suiistimal edildiği hallerde kısıtlanabilir. Yani kısıtlanabilmesi son çare olarak, gerektirici sebepler olması durumunda ve orantılı olarak ancak ve ancak istisnai olarak yapılabilir.
Bu tweetler halkı seçilmiş hükûmeti silah zoruyla devirmeye kışkırtıp, örgütlemiyor. Birilerini siyasi görüşü, etnik kimliği, dini inancı sebebiyle silahlı saldırıya, ayrımcılığa hedef göstermiyor.
Bu içerikte, ifadelerde sadece siyasi eleştiri var, kendisine yapılan tehditten ötürü korku var. Çoğu zaman erk sahibinin umursamazlığından kaynaklanan umutsuz bir yakarış ve demokratik hak talepleri var!
Bunları suç saymak Türkiye’nin vicdanını incitiyor. Hiçbir demokratik hukuk devletinde tweet atarak hükûmetin politikasını eleştirmek, kendi siyasi, çevresel, felsefi, sanatsal fikirlerini paylaşmak kitleleri kanunsuzluğa teşvik olarak veya toplumu din, dil, ırk, politika ekseninden bölerek birbirini kışkırtmak anlamına gelmez.
Bu ifadeler yüzünden gencecik insanlar saatlerce göz altına alınıyor ve orada tutuluyor. Belki ceza davası açıldı, açılıyor, hatta belki Fazıl Say örneğinde olduğu gibi hapis cezası gibi hürriyeti bağlayıcı cezalara çarptırılıyor. Kendilerine psikolojik baskı içeren sorular soruluyor. Onların yanında olmak isteyen aileleri ve akrabaları da zaman zaman aynı muameleye tabi tutuluyor, göz altına alındıkları oluyor!
13. yüzyılın ilk senelerinde İngiltere’de Kral John’a karşı başlayan ayaklanmanın en önemli sonucu ilk insan hakları metni sayılan Magna Carta Libertatum’un Kral’a kabul ve ilan ettirilmesidir. Sekiz asır önce doğan bu metin, bugünün standartları ile bize eksik gelebilir. Fakat, 800 yıl sonra Türkiye’de ve kısmen belki diğer tüm ülkelerde yaşanan insan hakları ihlallerini düşündüğümüzde 800 yıl önceki anlayışı dahi arar olabiliyoruz.
1217 yılında Kral’a kabul ettirilen Magna Carta’nın halen yürürlükte olan en önemli hükmü, özetle hiçbir yurttaşın hukuka uygun bir yargılama olmaksızın hapsedilemeyeceği, haklarından ve mülkünden mahrum edilemeyeceğidir.
Magna Carta, kendinden sonra gelen tüm anayasaları, insan haklarını kodifiye etme gayretindeki uluslararası çalışmaları, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni derinden etkilemiştir.
Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında ifade, haber alma, örgütlenme, siyasi faaliyette bulunma gibi temel özgürlükleri güvence altına aldığı gibi, ceza hukuku mevzuatımızda da gözaltı ve tutuklama gibi işlemlerin de hangi sebeplerle ve hangi usullerle yapılacağı düzenlenir.
Ne yazık ki uygulamadaki eksiksikliğimiz çok büyüktür. Bu uygulama eksikliği hala ülkemizin vatandaşının hakkını ihlal, vatandaşın devlete karşı güvensizlik hatta suçlaması ve uluslararası boyutta ülkemizin kınanması, suçlanması ve küçük düşmesi sonuçlarını doğuruyor.
İlk ve en büyük görev kanun uygulayıcıları olan polise, savcılara ve her seviyedeki kamu idarecilerine düşüyor.
Lütfen, bu ülkenin uygulamalarını 800 yıllık kazanımları hiçe sayan, vatandaşı devletini dava etmek zorunda bırakan ve Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda küçük düşüren hale getirmeyin.
Vatandaş sizin vatandaşınız, kendinizsiniz! O rozetler ve makamlar olmadığında, aynı muamelenin konusu siz de olabilirsiniz.