Devlet Terörü ve Avukatlara Saldırılar
Uygar, çoğulcu demokrasilerde bir hükûmet değil %49-51’le, %80’le dahi iktidara gelse, kendisine oy vermeyenleri ekonomik olarak cezalandırmakla, hakkında hukuki işlem yapmakla tehdit etmez.
Halkın güvendiği, teveccüh gösterdiği bir hükûmete kendisine oy vermeyenlerin hakkı da emanet edilmiştir. Kendisine oy veren çevreler ve hatta idare oy vermeyenlere, azınlıklara, farklı düşüncelerdeki kesimlere ayrımcılık dahi uygulasa bir lider, bir Başbakan,insanların kendisine emanet edilen hakkını, dini referans ile ifade etmek gerekirse KUL HAKKINI yemez! Aksi dinen günah, hukuken suçtur!
Uygar, çoğulcu demokrasilerde demokrasinin ölçütü katılımcılıktır, çoğulculuktur, siyasi örgütlenmedir, parti içi demokrasidir, seçilme hakkı önünde seçim barajı gibi engellerin olmamasıdır, ifadede-düşünceden hapsedilmemektir, özgür medyadır, sansürsüzlüktür, haber alma hürriyetinin sınırsızlığıdır, kadın haklarıdır, çocuk haklarıdır, eşcinsel haklarıdır, azınlık haklarıdır, hayvan haklarıdır, çevre hukukudur, sürdürülebilir kentleşmedir.
Bizim ülkemizde bunların olmadığı açık biçimde ortadadır ve hükûmetin her icraatıyla hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konmaya devam edilmektedir.
Bu sabah, cübbeleriyle kamu görevi niteliğinde olan görevlerini ifa etmek üzere bulundukları Adalet Sarayı’nda seslerini Sayın Başbakana ve halka duyurmak için bir bildiri vermek isteyen avukatlar, yine bir hukukçu olan, belki daha sonra kendisi de avukatlık yapacak olan bir savcı tarafından haklarında cezai işlem yapıldı.
Yargının üç ayağından biri olan, vazgeçilmez olan, KUTSAL olan savunma hakkını icra eden avukatların üzerine bugün çevik kuvvet salındı. Avukatlar yaka-paça, yerlerde süründürülerek göz altına alındı.
Halk “beni savunan bu durumda ise, benim başıma neler gelir” düşüncesine sevk edilerek korkutuldu, dehşete düşürüldü, cesareti kırıldı, sesi kesildi.
On beş gündür bankalar, medya, gazeteciler, hukukçular, iş adamları, gezi parkında hiçbir parti ile bağlantısı olmayan, sadece barışçı ve silahsız olarak demokratik taleplerini iletmek isteyen, Miraç Kandilinde Kur’an okutan, kandil simidi dağıtan, mescid kuran HALK bizzat Başbakan tarafından tehdit edilmektedir.
Bir kimseyi ve yakınlarını şahısları veya malvarlıkları bakımından kötülüğe ve zarara uğratılacağından bahsetmek tehdittir. Tehdit, hürriyete karşı işlenen bir suçtur ve bu ifadeleri bir başbakan kullanırsa, insanlar kendisinin iktidar sahibi olduğunu, emrinde koca bir ülkenin idaresinin ve kolluğunun olduğunu bildiğinden bunu yapabileceğini bilir. Yani bu kötülük yakın, ciddi ve derhal oluşabilecek bir tehdittir.
Bu halk, avukatının bile yerde sürüklendiğini gördükten sonra bu nitelikte bir tehdit ile dehşete ve korkuya kapılır.
İnsanları tehditle yıldırmak, dehşete düşürmek, korkutmak, insan hakları ihlalleri yapmak suretiyle bastırmak baskı altında tutmak uluslararası hukuk literatüründe devlet terörü olarak geçer.
Bu yollara başvuran, vatandaşın hukukuna kasteden ve yargının savunma ayağını kesmeye çalışan bir iktidarın meşruiyeti sorgulanır.