Türk Medyasının Yok Saydığı Avrupa Parlamentosu’nun Özel Oturumu, Türk Hükûmetini ve Medyasını Kınama Metninin Satır Araları ve Sonuçları
Başından beri görüyor ve uyarıyorduk. Vazgeçin diyorduk. Gezi Parkı’nda çadır kurmuş bir düzine insanın suratlarına onlarca defa sıkılan biber gazından, 11 Haziran 2013 “Taksim Harekâtı”na kadar, barışçı ve silahsız gösterici halka inanılmaz bir sertlikte, inanılmaz orantısızlıkta polis gücü ile müdahale edildi.
Günlerce gaz bombaları, kimisi insanlar hedef alınarak, belki binlerle atıldı, coplar havada uçuştu, tonlarca su tazyikle göstericileri vurdu. Dört vatandaş öldü, Tabipler Birliği verilerine göre beşbinden fazla kişi yaralandı. Gözü çıkanlar, sakat kalanlar…
Vatandaş yakardı bitirin bu şiddeti diye, makul gazeteciler yakardı, makul politikacılar yakardı. Olmadı… İnsanlar çaresizlikle, sesini duyurmak için “şiddet dursun, diyalog başlasın” diye gazetelere tam sayfa ilânlar verdi.
Aradan geçen on beş gün içinde bu yakarışlara gelen yanıtlar çapulculara müsamaha gösterilmeyeceği, mutlaka hesabının sorulacağı, herşeyin “bilindiği”, hatta halkın bir kısmının barışçı ve bağıntısız göstericilere karşı kışkırtılmasıydı. Bunlar çapulcu marjinallerdi ve müdahale edilmesi şarttı.
Ve 11 Haziran gecesi, Taksim içinde boğulduğu gaz bombası bulutuyla dumanlı bir dağ başını andırırken, ses bombaları patlarken, TOMA’lar suları sıkarken Avrupa Parlamentosu’na “Türkiye’deki durum” ile ilgili herkesin kanını donduracak sertlikte bir karar teklifi geldi. 12 Haziran günü hiçbir medya kurumumuz buna yer vermedi ama biz internet sitemden ve sosyal medyadan hem bunu duyurdum, hem de oturumun canlı olarak takip edilebilmesi için gerekli paylaşımları yaptım.
Türkiye medyasının üç maymunu oynadığı bugün, Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye ne yazık ki hayati önemi haiz bir çok ifade ile birlikte KINANMA sinyalleri verdi! Oylama yarın (13.06).
Parlamenterler’in ağzından çıkan şu hazin sözler, o duvarlarda acı acı yankılandı “Türkiye, Türkiye’deki gazeteciler için en büyük hapishanedir.” “Şiddet kabul edilemez. Verilen tüm sözlerin içi boş çıktı. Çoğulculuğu kabul etmesi halinde Türk hükumetinin bir şansı olabilir.” “Bizzat şahit oldum, geniş çaplı ve sistematik polis zulmü var.” “Türkiye bir kabus görüyor. İnsanlar ölüyor fakat medya sansürü sebebiyle kimse tam olarak neler olup bittiğini öğrenemiyor. Polis taarruzları durdurulmalı ve soruşturma açılmalıdır.”
“Türkiye’deki şiddeti kınıyoruz. Erdoğan’ın geçen haftaki büyük konuşmaları hayal kırıklığı yarattı. Erdoğan, Suriye’de demokrasiyi teşvik edemez, göstericilerden özür dilemelidir.”
Metnin kendisi de bu sözlerden hiç de hafif değil. Metin Türkiye’nin özellikle “hukuk devleti” ve “temel hak ve özgürlükler” yönlerinden çok ciddi olarak eleştirildiği 2012 İlerleme Raporu’na, Türkiye ile Müzakere Çerçevesi belgesine ve Avrupa Birliği’nin Katılım Ortaklığı şartlarına atıfta bulunuyor. Bu atıflar açıkça Türkiye’ye 2012 senesi içinde yaşanan ve ilgili İlerleme Raporuna yansıyan sansür, gazeteci gözaltıları ve hapisleri, çok uzun süren davalar, savunma hakkı eksiklikleri ile töhmet altında kalan Balyoz ve Ergenekon davaları, ifade hürriyeti kısıtlamaları, azınlık hakları , adalete erişimde gelişme olmaması gibi bir çok konudaki eleştirilere ve Avrupa Birliği’nin beklentilerine dikkat çekiyor.
Metinde, bence adil bir biçimde İlerleme Raporu’na giren bu gerçekler ortada iken Türkiye’nin “Gezi Parkı Protestolarında” inanılmaz başarısız bir kriz yönetimi sergilemesinin AB üyeliğine aday, önemli bir “müteffik” ve NATO ülkesi olarak kendisine yakıştırılamamasına ilişkin adeta bir hayal kırıklığı seziliyor.
Nitekim metinde, Kopenhag Kriterlerine göre aday ülkelerin hukuk devleti, insan hakları ve demokrasinin temel ilkelerine ve temellerine bağlı olması gerektiği vurgulanıyor.
Bu kriterlerin yanında toplanma ve gösteri özgürlüğü, online ve offline (çevirim içi ve dışı) da dahil sosyal medya aracılığı ile ifade özgürlüğünün ve basın hürriyetinin Avrupa Birliği’nin temel ilkeleri olduğu hatırlatılıyor.
Avrupa Birliği, Gezi Parkı inşa projesi meselesinin protestoların asıl sebebi değil sadece kıvılcımı olduğunu metnine ekleyerek, Türkiye ile ilgili herşeyi ne kadar yakından takip ettiğini, sorunların neler olduğu konusunda ne kadar derin bir anlayışı olduğuna özellikle dikkat çekiyor.
Metinde üçbin kişinin tutuklanması, dört kişinin ölmesi, protestocuların çoğunluğunun aralarında bankacıların, avukatların, akademisyenlerin ve diğer özel sektör çalışanlarının da olduğu normal vatandaş olduğu belirtiliyor.
Göstericiler arasındaki kadınların sayısının dikkat çekici derecede yüksek olduğuna ilişkin de bir tespit yapılıyor.
Bu maddi vakıa tespitleri ile Avrupa Birliği açıkça dünyaya Türkiye’yi ne kadar yakından tanıdığını, takip ettiğini, Türkiye’deki sorunların kaynaklarını çok iyi bildiğini ilân ediyor. Bu bir yandan da Türkiye’nin önemini de herkese hatırlatıyor.
Tüm bu tespitlerin üzerine metin güçlü ifadelerle adeta 2013 İlerleme Raporu’nun nasıl çıkacağına ilişkin de sinyaller veriyor.
Metin, Avrupa Parlamento’sunun polis zulmünün (brutality) dellilerinden kaygı duyduğunu ifade ederek, sonuçların “müsbit” olduğunu en baştan söylüyor. Buna istinaden ise Türk polisinin göstericiler üzerinde kullandığı aşırı gücü “kınıyor”.
Kınama’nın ardından hükûmete aklı selim herkesin yaptığı çağrıları yapıyor: (i) aşırı ve orantısız güç kullanılmasının sorumlularını adalete teslim edin, mağdurları tazmin edin, (ii) polis içinde kapsamlı bir soruşturma başlatın, (iii) polisin barışçı gösteri ve toplantıların üzerinden çekere sadece vandalizme karşı malların korunmasına sevkedin.
Metin, medyanın bunca olay olurken hiçbir anlamlı yayın yapmamasından duyulan üzüntüyü de belirterek, Türk televizyon kanallarını tüm olayları tam ve eksiksiz biçimde işlemesini teşvik ediyor.
Cumhurbaşkanı’nın demokrasinin sadece seçimden ibaret olmadığına ilişkin sözü hatırlatılarak, Cumhurbaşkanı olaylarda aracı rolü üstlenmeye davet ediliyor.
Metin, Suriye’de yaşanan krizin Tükriye’nin iç işlerine de yansıdığı, sünni aşırı grupların Türkiye sınırından sürekli olarak girip çıkabildiği söylenerek, Türkiye’deki Alevi’lere karşı yapılan ayrımcılığın tehlikeli boyutlara ulaştığı vurgulanıyor.
Artık en iyimser ifade ile bu metin kabul görürse Türkiye üyelik müzakereleri yönünde büyük yara aldı, insan hakları notu ciddi, belki ekonomiyi de etkileyecek şekilde düştü ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde açılabilecek potansiyel davalar bakımından eli çok ama çok zora girdi demektir.