15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL dönemini de kapsayan 2016’nın ikinci yarısında Türkiye, Twitter’da yaptığı içerik kaldırma talepleriyle yine açık ara birinci oldu.
2016’nın ilk yarısına göre Türkiye’nin taleplerin %25 artış olurken ikinci Fransa ile aradaki fark neredeyse 3 kata yaklaştı. Türkiye, bu dönemde 844’ü mahkeme kararı, kalanı idari makamların talepleri olmak üzere toplam 3076 içerikten kaldırm talebi yaptı. Twitter bu talepler sonucu 290 hesaba ve 489 tweete Türkiye’den erişimi engelledi. Buna rağmen Twitter’ın bu taleplere uyumu %18 azaldı. Devamını oku
Twitter Türkiye Kamu Politikaları Müdürü Sayın Emine Etili ile teknoloji, hukuk ve insani gelişim tartışacağımız panel 27 Ekim, Salı günü. Kayıt ve program detayları için Digital Talks Sonbahar 2015 web sitesini ziyaret ediniz.
Bu seyrek gerçekleşebilecek önemli panele katılarak yapacağınız soru, yorum katkılarını da dikkate alarak kaleme alacağım konu ile ilgili makalemi Yeni Arayış’ta yayınlayacağım.
14.10.2015 tarihli RTÜK kararı çerçevesinde güncellenmiştir. Yazı ilk olarak 12.10.2015’te yayınlanmıştır.
Digiturk hukuka aykırı işlem yaptı mı? Digiturk’e aboneler tarafından dava açılmalı mı? Digiturk aboneliği nasıl iptal edilmeli? Fesih bildirimi metni.
Digiturk 6 Ekim 2015 tarihinde yedi TV kanalını platformundan çıkardı ve buna gerekçe olarak bir savcılık kararını gösterdi.
Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Kanunu ile Anayasamızın haber alma, basın ve ifade hürriyeti ile ilgili maddeleri çok açık.
Savcı kararı veya emri ile yayın durdurulamaz, ancak çok özel şartlar ve gerektirici sebeplerin varlığı halinde mahkeme kararı ile yani yargı kararı ile yayın durdurulur. Kaldı ki, bir mahkeme kararı ile yayın durdurulmak zorunda kalınırsa, karar Digiturk gibi bir hizmet sağlayıcı platforma değil, içerik sağlayan ve TV yayın lisansı olan ilgili TV kanalından yayın yapan kuruluşa (şirkete) tebliğ edilir.
Televizyon yayınları önceden denetlenemez ve yayın durdurulamaz. Hatta, savaşların, terör amaçlı saldırıların ortaya çıkardığı olağanüstü kriz zamanlarında bile ifade ve yayın hürriyeti dokunulmaz ve esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz. Ayrıca milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde Başbakan yayınları ancak geçici olarak durdurabilir.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından elektronik haberleşme hizmetlerini sunmak üzere yetkilendirilen platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri, yayın hizmetleri yönünden atıfta bulunduğumuz mevzuat hükümlerine tabidir. Yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetlerine ilişkin uyulması gereken idari, mali ve teknik şartlar RTÜK tarafından belirlenir ve şartları yerine getiren kuruluşlara yayın iletim yetkisi verilir. Platform işletmecileri medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde, makul ve ayrımcılık içermeyecek koşullarda hizmet vermek zorundadır.
Burada “hem savcı, hem Digiturk hukuku bilmiyor mu?” sorusu geliyor akla.
Bunlar benim yorumum değil. Anayasamızın ve atıfta bulunduğum mevzuatın emredici hükümleri böyle. Buna göre Digitürk’ün yaptığı yazılı savunma da hukuken geçerli değil. Zira, savcılık yayın durdurma konusunda yetkili değildir. Yargı kararı, yani mahkeme kararı gerekir veya milli güvenlik hayati olarak gerektiriyorsa ancak geciçi olarak Başbakan böyle bir inisiyatif kullanabilir. Tabii tüm bu kararlar da yargı denetimine tabidir.
Devlet ve onun düzenleyici kurumu RTÜK bile yayını durdurmaz iken, özel bir şirketin bazı kanalları yayınını keyfi ve hukuki temelden yoksun şekilde durdurmasının mutlaka bir açıklaması yapılmalı ve bu açıklama dinlendikten sonra bir sonucu olmalı. Halk, izleyici bunun takdirini yapacak ilk ve en önemli kurum.
Ancak yayın hayatının düzenleyici ve denetleyici kurumu olan RTÜK de konu hakkında bir soruşturma başlatarak, sonucuna göre Telekomünikasyon Kurulu ile birlikte özerk düzenleyici kamu kurumları olarak gerekeni yaparlar diye düşünüyorum.
Bazı yayın organlarında Digiturk’e karşı maddi ve manevi tazminat talepli davalar açılabileceği söyleniyor, bu yönde tavsiyeler yapılıyor, hatta dilekçeler paylaşılıyor.
Ben bu konuda çok iyimser değilim, zira manevi tazminat kazanabilmek için kişinin kendisine ika edilen haksız fiil sonucu çok derin bir elem ve yasa gark olması, bir takım ciddi psikolojik sonuçları olması ve bunun belli şekillerle ispat edilebilir olması gerekir. Bunları Digiturk’e manevi tazminat davası açan vatandaş nasıl ispatlayacak?
Maddi tazminat davasında ise haksız fiil sonucu uğranılan zararın hesaplanabilir olması gerekir. Burada da ciddi zorluk görüyorum.
Bu sebeple, yapılması gereken doğru hareketin Digiturk aboneliğinin aşağıda sunduğum fesih bildirimi ile iptal edilmesi, ilgili seneye ilişkin abonelik ücretinin iadesi olduğunu, Digiturk’ün bu talebe uymaması halinde hukuk yollarına başvurulması olduğunu düşünüyorum.
B.Ü.
Krea İçerik Hizmetleri ve
Prodüksiyon Anonim Şirketi
Abbasağa Mah. Sungurlar İş Hanı
No:45 Kat: 1-2-3
Beşiktaş 34353 İstanbul
[•] Ekim 2015
Konu: [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi’nin derhal feshinden ibarettir.
Sayın yetkili,
Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon AŞ tarafından verilen Digiturk yayın hizmetlerinden [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi çerçevesinde faydanlanmaktayım.
Digiturk’ü seçmemin sebepleri arasında her tür görüşe ulaşabileceğim, her tür haberi alabileceğim bir çok farklı eğilimde ve içerikte kanalların, Digiturk plaftormunda sunulmasıydı.
6 Ekim 2015 tarihinde Samanyolu TV, S Haber TV, Bugün TV, Kanaltürk, Mehtap TV, Irmak TV ve Yumurcak TV isimli kanalları platformunuzdan çıkardınız.
Bilinçli bir izleyici ve tüketici olarak, Digiturk platformunu seçmemde ana sebep olarak her türlü görüşe ve her habere ulaşabilme konusundaki haklı ve makul beklentimi [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi ile tabi olduğunuz, Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Kanunu, Tüketici Mevzuatı ve sair ilgili mevzuat çerçevesinde ihlal ettiniz.
Söz konusu işleminizin hukuka aykırılığı RTÜK’ün 14.10.2015 tarihli kararı ile tespit edildi. Buna göre, işleminiz Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından elektronik haberleşme hizmetlerini sunmak üzere yetkilendirilen platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri, yayın hizmetleri yönünden tabi olduğu tabi olduğu mevuzatı ihlal etmiştir. Yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetlerine ilişkin uyulması gereken idari, mali ve teknik şartlar RTÜK belirlenir ve şartları yerine getiren kuruluşlara yayın iletim yetkisi verilir. Platform işletmecileri medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde, makul ve ayrımcılık içermeyecek koşullarda hizmet vermek zorundadır.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, firmanızla olan [•] numaralı Abonelik Sözleşmesi’nin işbu fesih bildiriminin elinize geçme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere haklı sebeple derhal feshettiğimi bildiririm. Digiturk platformuna ait kutunun ve kartın tarafıma hiçbir masraf ve yük getirilmeden adresimden alınmasını talep ederim.
İşbu fesih bildiriminin gereği derhal yapılmadığı halde uğrayacağım kayıp ve zararlar ile her türlü talep hakkımı saklı tutarım.
The Constitutional Court of Turkey annulled two provisions in the omnibus bill enacted on 11 September 2014, amending among others the so-called Internet Law. (Click here for the background article of Burcak Unsal published in Your Middle East)
Let me give my conclusive statement at the very beginning: these annulments are insufficient and the Internet Law is still loaded with many provisions which cannot answer the needs of contemporary Turkey and that obstruct Turkey from attaining the goals established by the government for 2023, the 100th anniversary of the Republic.
Media, academicians and the general public generally focus on the issues which have already become popular magazine topics such as YouTube and Twitter bans. However, even a school child knows how to easily avert such bans at zero cost.
The real problem and the bitter truth which is most ignored is the excess of power to undermine the judiciary and providing juridical immunity to government officials.
Although we have candidly shared our opinions on the Internet Law since the day it was enacted back in 2007, the government chose to amend it three times in the last six months totally contrary to what it should have been. Most recently it was amended by an omnibus bill, in September and it was the first piece of legislation approved by Tayyip Erdoğan in his capacity as president.
Most of the amendments introduced in the Internet Law are against the Turkish Constitution, as well as a December 2012 ruling of the European Court of Human Rights condemning Turkey due to the coarse Internet Law, which it found inadequate to be even considered law.
The Constitutional Court has annulled the following provisions in the omnibus law:
Banning a web site by the regulatory authority at its own discretion due to its perception of national security, public order or prevention of crime without a court order.
Collection of individuals’ Internet traffic data by the regulatory authority.
What this decision will bring is that
The regulatory authority will not be able ban any web site at its own discretion without a court order, nor will it be able to collect any traffic data of individuals.
Sounds good! But, is it enough to bring Turkey to where it should have already been? Not even close!
Turkey and her Internet Law are still far far away from what could make Turkey achieve its ambitions in the 100th anniversary of the Republic in 2023, set by the government, because;
The Internet Law provides juridical immunity to the chairman and the personnel of the regulatory authority, just as the chairman and the personnel of the Turkish intelligence agency obtained back in 2012. Now, the chairman of the regulatory authority cannot be put on trial unless the relevant minister allows. This is an explicit violation of one of the pillars of the rule of law mandating that the administration shall answer to independent courts for its wrongdoings.
The courts which shall review content removal would be determined by the Supreme Council of Judges and Prosecutors. However, this does not comply with the need to establish specialized courts. It takes a lot of effort and years to establish specialized courts which will hear content removal cases and crimes committed on the Internet.
The chairman of the regulatory authority is entitled to remove content or ban a web site at his/her own discretion based on his/her own moral values, without a court order, if he/she believes that the content violates personal rights.
A judge may ban an entire web site or an Internet service (as Twitter or YouTube), if the judge believes that banning/removing a specific URL (such as a specific video or a tweet) would not be sufficient to fulfill the objective of the court order.
“Notice-and-Take-down” has been entirely set aside by allowing anyone who claims that her privacy has been violated to directly apply to the regulatory authority for content removal, by-passing the courts, the person who posted the content and the platform where the content was posted (such as Twitter, YouTube, Blogger and etc.). Upon such individual content removal application, the regulatory authority simply orders the access provider to comply with the removal demand.
*Please click here for the original article published in Turkish in Diken. Diken’de yayınlanan orijinal makale için tıklayınız.
İfade hürriyetinin ve haber alma hürriyetinin temel birer insan hakkı olarak kabul edilmesinin ve bu ilkelerin evrensel insan hakları beyannameleri ile anayasalara girmesinin üzerinden uzun zaman geçti. Bu temel hak ve hürriyetlerin kullanılabilmesinin ve ekonomik insani gelişimde fırsat eşitliği gibi daha birçok faydası olan Internet’e erişim hakkı da artık günümüz dünyasının tartışmasız bir temel insan hakkıdır.
Avrupa Birliği müktesebatına (acquis communautaire) uymuş görünmek için süs kabilinden çıkarılan kanunların ve yapılan düzenlemelerin en karakteristiklerinden bir tanesi 5651 sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’dur (“5651 Sayılı Kanun”).
Ne yazık ki 5651 Sayılı Kanunun yorumlanması ve uygulanması mahkemeden mahkemeye farklılık göstermekte, kanunu uygulamakla yükümlü kurumlar tarafından çok sınırlı anlaşılabilmekte ve sonuç olarak uygulamasında büyük eksiklikler yaşanmaktadır. Konunun teknik mahiyetinin yanı sıra, itiraf etmeliyiz ki bazı çevrelerin bu kanunu işine geldiği gibi uygulamak ve haber alma hürriyeti ile ifade hürriyetini sınırlamak gibi niyetleri de gözlemlenmektedir.
Bu yönü ile 5651 Sayılı Kanun aynı zamanda haklı olarak akademisyenler ve sektör tarafından en çok eleştirilen yasal düzenlemelerden biri olmuştur.
Kanunun içerik ve uygulama olarak problemli kısımlarını anlatmadan ve bunların giderilmesine yönelik tekliflerimin “ana hatlarını” sunmadan önce herkesin anlayabileceği sadece birkaç net örnek sunmam faydalı olur.
Google Sites, her bireyin ve işletmenin tamamen ücretsiz olarak ve profesyonel yardım almadan kendi web sitesini kurmasına imkan sağlayan bir üründür. 2009 ortasına kadar ülkemizde milyonlarca kişi ve işletme Google Sites’ı hem web sitelerini kurmak için, hem de bu kurulmuş olan sitelerden faydalanmak için kullanmakta iken, Google Sites alanının (ürününün) tamamına erişim milyonlarca web sitesi içinde sadece tek bir sitede bulunan içerik sebebiyle tamamen engellenmiştir. Bir sabah uyandıklarında binlerce web sitesi sahibi sitelerine ulaşamaz olmuş, kullanıcılar binlerce siteden elde ettikleri içeriklere de ulaşamaz olmuştur.
Yargı süreci içinde bu karar en sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (“AİHM”) önüne gelmiş ve AİHM 18 Aralık 2012 tarihli ve 3111/10 sayılı kararıyla, 5651 sayılı Kanun’un 8. Maddesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesine aykırı bulmuş, kanunun demokratik hukuk devletinin sağlaması gereken hukuki korumayı sağlamadığını belirtmiş ve Türkiye’yi kınayarak, tazminata mahkûm etmiştir. Bu karara rağmen bu alana Türkiye’den erişim halâ yasaktır.
2013 senesi yaşananlar, özellikle Fazıl Say’ın bir retweet’den ötürü on ay hapis cezası alması, Gezi döneminde liselilere kadar yapılan Twitter göz altıları, Başbakan seviyesinde sosyal medyanın “en büyük baş belâsı” olarak değerlendirilmesi, Haziran’da çıkarılan Ulusal Siber Güvenlik Eylem Planı ile getirilmek istenen riskli otoriter uygulamalar, 19 Aralık 2013 tarihinde yayınlanan 2013 senesine ilişkin Google Şeffaflık Raporuna göre Türkiye’den gelen içerikten çıkarma talepleri geçen yıla oranla %966 artmış olması gibi veriler ne kadar riskli bir yola doğru gitmeye gitmekte olduğumuzu açıkça göstermektedir. (Hepsi ile ilgili bu sitede değerlendirmeler bulabilirsiniz.)
İşte bu çok açık ve çarpıcı örnekler de göstermektedir ki, kanun ve uygulama çok ciddi sorunlarla doludur. Mevzuatımızı nasıl düzeltebiliriz ve yargımızı nasıl bu konuda belli bir noktaya getirebiliriz? Bu bizim derhal ele almamız gereken bir sorundur ve bir süredir yaptığım da budur.
Öncelikle herkesin anlayacağı dilden en önemli sorunları ifade edeyim:
1) Ne yazık ki ülkemizde yer sağlayıcı dediğimiz, içeriği kendisi oluşturup yüklemeyen ancak sadece platformu sağlayan YouTube, Blogger, Blogspot gibi tüzel kişiler, uygulamada yazıyı yazan, videoyu çeken ve bunları platforma yükleyen içerik sağlayıcısı imişçesine sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.
2) Yer sağlayıcılar için erişim engellememe halinde sebebine bakılmaksızın hapis cezası öngörülmektedir.
3) Mevzuatımız yer sağlayıcı için platforma yüklenen içeriği denetleme yükümlülüğü öngörmemesine rağmen (sadece YouTube’da saniyede yüklenen 100 saatlik içerik nasıl denetlenebilir?!) mahkemeler uygulamada kanuna açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde bu yönde kararlar verebilmektedir.
4) Uyar – kaldır dediğimiz bir içeriğe erişimi engellemek üzere yargıya başvurmadan önce yapılacak ihbar sistemi çok muğlaktır ve uygulanmamaktadır.
5) Müstehcenlik, hakaret suçu, siyasi söylem gibi kavramların yorumlanmasında standart bulunmamakta ve haber alma hürriyeti ile kamu yararı faktörlerinin değerlendirilmesinde sorunlar hissedilmektedir. Müstehcenlik gibi herkese göre farklı olabilecek bir kavram katalog suç tipi iken terör suçu, ağır mali suçlar, ticaret ve finans hayatını etkileyecek sermaye piyasası ve bankacılık suçları, kamu sağlığını ve düzenini etiliyecek suçlar gibi bir konuların katalog suçlar içinde bulunmaması anlaşılacak gibi değildir.
Sorunların temellerini tespit ettikten sonra bunların nasıl giderilebileceğine ilişkin gerekli olduğuna inandığım yöntemlerin (bunların yeni madde teklifleri seviyesinde detayı hükûmete ve ana muhalefete sunulmuştur) ana hatları ise şöyledir:
1) Yer sağlayıcı için öngörülen hapis cezası yaptırımı kaldırılmalıdır.
2) Süreleriyle ve süreçleriyle detaylı bir uyar-kaldır yöntemi getirilmelidir.
3) Yer sağlayıcının hukuki ve cezai sorumluluğunu doğuran şartlar daha detaylı düzenlenerek, makul olarak belirlenmelidir.
4) 8. Madde’de öngörülen (İdare’nin ve savcının erişimi engellemeye yönelik yetkileri gibi) düzenlemeler, AİHM tarafından öngörülen şartlara göre ve keyfi müdahaleleri ortadan kaldıracak şekilde kaldırılmalı veya tadil edilmelidir.
5) Erişimin engellenmesi kavramının tanımı bütün bir alanın veya ürünün yasaklanması şeklinde değil, içeriğe ve spesifik bir URL’e erişime yurt içinden ulaşımın engellenmesi şeklinde tanımlanması gerekmektedir.
6) İhtiyati tedbir kararlarına ilişkin düzenleme detaylanmalı, orantılılık ve makuliyet prensipleri çerçevesinde tadil edilmelidir.
7) Kesinleşmiş kararların tebliğ ve uygulanmasına ilişkin süre ve süreçler detaylandırılmalıdır.
8) Yer sağlayıcılar için dahi öngörülen tekzip (cevap hakkı) uygulaması, yer sağlayıcının içerik sağlayıcıya ait siteye girmesini gerektirir. Bu imkansızdır. Ancak şifresini kırması ve içeriği değiştirmesi ile mümkün olur. Bu da suçtur! Bir kanun suç işlemeyi şart koşar mı?! Bu sebeplerle yer sağlayıcı bakımından tekzip yayınlama yükümlülüğü kaldırılmalıdır.
9) Yargı mensuplarımız Internet, Internet kullanımı, yer sağlayıcı, içerik sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve sair kavramlar, konuya ilişkin mukayeseli hukuk ve içtihatlar konularında uzmanlaştırılmalı ve güncellenmelidir.
Türkiyemiz genç nüfusu, yeniliklere açık mentalitesi ve kolay adapte olan karakteri ile Internet eko-sistemini, bulut bilişim, elektronik ticaret, internet reklâmcılığı, e-devlet, elektronik finans ve bankacılık hizmetleri, elektronik eğitim hizmetleri gibi büyük fırsatlarıyla çok avantajlı biçimde kullanarak gerçek anlamda çığır açabilir.
Fakat bu, hem bir mentalite değişimi, hem de bu eko-sistemin üzerinde serpilebileceği bir hukuk ve yargı altyapısı değişimi gerektirmektedir. Vatandaşı dijital okur-yazar yapmak, kendini dijital olarak maruz kalabileceği zararlı içerikten veya tercih dışı içerikten koruyabilir, Internet’ten faydalanabilir hale getirmek yerine, Internet’i ve sosyal medyayı sansürlemek, reşit ve mümeyyiz vatandaşı çocuk yerine koyarak Internet alanını onun adına şekillendirmek, Internet ve sosyal medya süjelerini hapisle ve sair yöntemlerle cezalandırmak, elektronik ticaret ve mahremiyet mevzuatlarını gereği gibi düzenlememek veya hiç çıkarmamak Türkiye’mizin önündeki tarihi bir fırsat olan “teknoloji devrimini” de önceki devrimleri kaçırdığımız gibi kaçırmak anlamına gelecektir.
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki kimse öküz altında buzağı aramasın. Ülkemizde katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmek, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve refah sağlayabilmek için altyapı olan adaleti, hukuk sistemini ve eğitim sistemini ıslah etmemiz gerekmektedir. Demokrasi ve Adalet Gönüllüsü her bireyin arzusu budur. Çabamız güvenilir bir adalet sistemi, Türkiyemizi nihayet rekabetçi bir dünya gücü yapabilecek bir eğitim sistemi, çoğulcu demokrasi ve sağlıkla sürdürülebilir olarak gelişen ekonomi elde etmek içindir.
Hepimiz, Türkiye’deki toplumsal ayrışmanın gerçek derinliğinin farkına ancak varıyoruz. Başbakan 7 Haziran 2013’te Kuzey Afrika gezisinden döndüğünden beri “kendi tebası” olarak gördüğü seçmenleri kutuplaştırmak için toplumun aslında çoğunluğu olan AKP seçmeni olmayanları acımasızca ve orantısızca başkalaştırıyor.Devamını oku
Hayır, Gezi milât değildir. Gezi’nin üzerinden beş ay geçtikten sonra, bizler tüm kişisel inanç ve kılık kıyafet özgürlüklerini savunurken, baş örtülü bir kadın milletvekili, kapalı olmayan tüm kadınlara “kirli” diyebiliyorsa “özgürlüklerin” aslında ne demek olduğu bellidir ve Gezi’nin üzerine yememiz gereken kırk fırın ekmek var demektir.
Gezi’de ortaya çıkan temel hak taleplerini, uzlaşma ruhunu ve özgürlük anlayışını bizler siyasi ve toplumsal alanlarımızda hakim kılamazsak, Gezi, bir milât olamayacak, ancak sert ve insafsızca bastırılmış sayısız romantik direnişten biri olarak geçmişimizde kalacaktır.
Gezi’nin milât olabilmesi için en azından TBMM’de bulunan tüm siyasi partilerin yapısının, kafasının, onları oraya getiren ve orada tutan mevzuatın ve uygulamanın, eğitim sistemimizin ve toplumsal hayatımızın temelden değişmesi gerekir. Devamını oku
Başından beri görüyor ve uyarıyorduk. Vazgeçin diyorduk. Gezi Parkı’nda çadır kurmuş bir düzine insanın suratlarına onlarca defa sıkılan biber gazından, 11 Haziran 2013 “Taksim Harekâtı”na kadar, barışçı ve silahsız gösterici halka inanılmaz bir sertlikte, inanılmaz orantısızlıkta polis gücü ile müdahale edildi.
Günlerce gaz bombaları, kimisi insanlar hedef alınarak, belki binlerle atıldı, coplar havada uçuştu, tonlarca su tazyikle göstericileri vurdu. Dört vatandaş öldü, Tabipler Birliği verilerine göre beşbinden fazla kişi yaralandı. Gözü çıkanlar, sakat kalanlar…