Gizli MİT Kanunu Taslağı, Siber Güvenlik Stratejisi ve Yasaklar Gerçek İhtiyaç mı?
Hiçbir ülkenin özgürlüğünü de, hukuk sistemini de, cezasını da taklit etmek, başkasına benzemek zorunda değiliz. Türkiye, en özgür diye bildiğimiz ülke kadar özgür olabilirken, aynı zamanda gerçek suçla en etkin mücadele eden ülke kadar dirayetli ve güçlü olabilir. Artık Türkiye olarak kendimize güvenmeliyiz, oradan buradan tercüme mevzuatla birilerine kendimizi yüzeysel olarak benzetme gafletinden kurtulmalıyız.
Yazılı yasalar her yerde var. İyi niyetli doğru uygulama olmadıktan sonra ne işe yarıyor? Hukuksuzluğu artırmak, vicdanı kanatmak, adaletsizlikten hayata küsmek belki kendi adaletini yerine getirmek gibi en tehlikeli sonuçlardan başka hiçbir şeye!
Bu makaleyi yazdığım gün (20.06.2013), Resmi Gazete’de Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem planı yayınlandı. Fakat bugün olması özellikle önemli çünkü iki haftadır basın hükûmetin MİT’in etkinliğini artırmak üzere kendisine geniş yetkiler veren “gizli” bir yasa tasarısı çalışması haberleri ve Bakanların sosyal medyayı denetlemek ve internet üzerinden işlenen suçlarla ilgili daha etkin savaşmak için yapacaklarını söyledikleri yasa tartışmaları ile çalkalanıyor.
Bazı basın kurumlarında MİT Kanununda yapılan gizli değişiklik hazırlıklarına ilişkin haberler taslak hükümlerine kadar yer buldu. İşin garipliği burada başlıyor. Bir hükûmet vatandaşının hayatını direkt olarak etkileyecek bir kanun tasarısını niye gizli hazırlıyor? Nasıl oluyor da hukuk fakültelerinin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının, ilgili meslek örgütlerinin ve diğer siyasi partilerin görüşlerini almıyor? Eğer böyle bir gizli kanun tasarısı hazırlığı yok ise bunu niye kesin bir dille yalanlanmıyor, “böyle bir çalışma yoktur, olsa bile gizli yapmazdık” denmiyor?
Sosyal medyaya ilişkin sınırlamaları içerecek olan bir çalışmanın yapılacağını artık Bakanlar kendi ağızlarıyla söylediğinden o konuya kesin gözüyle bakıyoruz. Artık gizli midir, belki şimdiden hazır mıdır ne yazık ki ancak Allah biliyor!!!
Peki, hiç düşündünüz mü, mevcut mevzuatımızın uygulamasında bile neler oluyor, gerçekten eksik mi? Yoksa yeni düzenlemelerin yol açacağı bambaşka sonuçlar mı var? İşin tekniğine çok girmeden açıklayayım.
Türk Ceza Kanunu’nda ve 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun görüşüme göre nefret suçları da dahil hiçbir eksikliğe yer bırakmadan gerekli hukuki güvenceyi sağlıyor.
Twitter’dan, Facebook’tan da olsa bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek şekilde somut bir davranış isnat ediyorsanız veya sövüyorsunuz hakaret suçu işlemiş olursunuz. Ya da bir kimsenin kendisinin veya yakınlarının hayatına, vücut bütünlüklerine, cinsel dokunulmazlıklarına veya malvarlıklarına karşı bir saldırıda bulunacağından sosyal medya kullanarak bahsetmek de tehdit suçunu oluşturur. Aynı örnekler kişiler arasındaki haberleşmenin mahremiyeti ve özel hayatın mahremiyetinin ihlali gibi diğer fiiller için de geçerlidir. Kısacası internette yapılana da aynı hükümler uygulanır ve işlem yapılır.
Sadece bu kadarla da kalmayıp kısaca nefret suçu da diyebileceğimiz suçlar, Müslümanların Masumiyeti olayı karşısında yapılan hükûmet beyanlarının aksine, ülkemizde internet üzerinden de işlense bunlarla mücadelede bir mevzuat eksikliği yoktur. Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, halkın bir kesimini bu farklılıklar sebebiyle aşağılayan veya Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde cezalandırılır. Bu gibi fiillerin durdurulması ve faillerinin cezalandırılması bakımından internetin diğer mecralara göre dokunulmazlığı veya bağışıklığı yoktur.
5651 Sayılı Kanunu katalog suçları ve hem bunlara hem de kişilerin haklarını ihlal eden diğer içeriğe nasıl erişimin engelleneceğini gösterir. Örneğin (i) çocukların cinsel istismarı, (ii) intihara yönlendirme, (iii) uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımını kolaylaştırma, (iv) sağlık için tehlikeli madde temini, (v) müstehcenlik, (vi) fuhuş, (vii) kumar oynanmasına yer ve imkan sağlama ve (viii) Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanun kapsamındaki suç unsurlarını içeren internet alanlarına (URL) erişim belli bir usûl dairesinde engellenir.
Ülkemizdeki asıl sorun mevzuat eksikliği değil bu mevzuatın ifade özgürlüğüne, siyasi eleştiri hakkına, haber alma hürriyetine ve haberleşme hürriyetine aykırı biçimde yorumlanması ve uygulanmasıdır. Sorun da burada başlamaktadır. Ne yazıktır ki Türkiye tüm dünyada, haber sitelerinin siyasi kararlarla yasaklanmasıyla, bilim adamı Richard Dawkins’in sitesinin ve yasaklanmasıyla, evrim savunduğu için kapanan sitelerle, ne olduğu belli olmayan bir müstehcenlik ve arkasına sığınılan hakaret kavramlarıyla engellenen içeriklerle, Blogger yasaklarıyla, YouTube yasaklarıyla anılmaktadır.
Daha yedi ay önce Aralık 2012’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi sadece bir site yüzünden tüm Google Sites ürününü kapattığı, yani insanların kurdukları binlerce web sitesi ve bu web sitelerinden bilgi alarak, paylaşarak, iletişim kurarak istifade eden yüzbinlerce insanın ifade, haber alma ve iletişim hürriyetini ihlal ettiği için kınamış, mevzuat değişikliği gerektiğini söylemiş ve tazminata mahkum etmiştir. Yani bir mevzuat değişikliği gerekiyorsa, hangi yönde olduğu ortadadır.
Ülkemizde idarî kurumlar ve mahkemeler ne yazık ki büyük çoğunlukla aslında korunması gereken bir siyasi eleştiriyi, bir beyanı suç sayarak bunun hakkında işlem yapmak üzere yurt dışında bulunan internet hizmet sağlayıcılarından (Twitter, Facebook vs) kullanıcı bilgisi talep ettiklerinde olumsuz karşılık almaktadırlar. ABD Anayasası ve AB’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından korunan bu ifadelerden ötürü siz birilerini cezalandırmaya kalktığınız ve o ülkeden bu amaçla kullanıcısı bilgisi talep ettiğiniz zaman, o ülke sizin talebinizi kendi emredici kamu hukuku hükümlerine (ifade özgürlüğünün üstünlüğü ve korunması) aykırı bulunduğundan talebe olumsuz yanıt verir.
Hal böyleyken bugün (20.06.2013) çıkarılan Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve Eylem Planını nasıl okumak gerekir? Eylem planı açıkça internette anonimlik ve inkâr edilebilirlik zafiyetleri olduğundan söz etmekte ve bunlarla mücadele amacı gütmektedir. Siber güvenlik alanında paydaş kurumlar arasında ulusal koordinasyon eksikliğini risk olarak ortaya koyan madde gibi bir kısım parametrelerin anlamı tam olarak açık değildir. Uluslararası işbirliği ve bilgi paylaşımı için diplomatik, teknik ve kolluk iletişim kararlarının sürekli ve etkin kullanılması gerektiği tespit ediliyor. Belgenin en can alıcı noktaları ise, internete olumsuz ve şüpheli gözle bakarken 2013-14 döneminde “gerekli” mevzuatların çıkarılacağını, adli süreçler için KAYIT mekanizmalarının kurulacağının belirtilmesi, siber olaylara müdahale organizasyonu oluşturulacağını ifade etmesi. Faaliyet Planı Eylül 2013’te kanun yapım çalışmalarının tamamlanacağını öngörmektedir. Siber olayların delillendirilmesinde MİT, Jandarma, Emniyet Müdürlüğü, TÜBİTAK ve BTK sorumlu kuruluşlar olarak gösterilmektedir.
Tüm bu gelişmelerle birlikte bir de basına yansıyan iddialara göre MİT kanununda gizli bir değişiklik tasarısı çalışmasıyla medeni hakları çok ciddi biçimde tehdit edebilecek düzenlemelerin gelme ihtimali vardır. Bu yazının içeriği ile ilgili en çarpıcı iki husus MİT’e (i) milli menfaatlerin gerçekleştirilmesine engel olan veya engel olması muhtemel iç tehdit odaklarına karşı her türlü istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak ve (ii) milli güvenliğin sağlanması amacıyla ihtiyaç duyulan her türlü sinyal istihbaratını toplama yetkisi verilecek olmasıdır. Belirttiğimiz gibi bu bir iddiadır. Fakat üzerinden sekiz gün geçmesine rağmen Devlet tarafından yalanlanmaması veya düzeltilmemesi çok düşündürücüdür.
Türkiye’nin internet kullanımı, ifade özgürlüğü konularındaki hali ortadayken, yasama faaliyeti yapılacağı artık kesinken, bu haberlerin özellikle Sayın Başbakan’ın sosyal medyayı baş belası olarak nitelediği, Fazıl Say’ın bir tweeti sebebiyle hapis cezasına çarptırıldığı, Twitter göz altılarının yaşandığı, İç İşleri Bakanının sosyal medya operasyonlarının süreceğini açıklayarak yeni kanun çalışmaları yapılacağını beyan ettiği bir dönemde gelmesi kâbus gibidir.
İhtiyacımız olan yeni bir kanun daha yapmak, var olana yeni maddeler eklemek değildir. İhtiyacımız olan iyi niyetli yorumla ve uygulamayla hem ülkemizin insanı hak ettiği için başkasının kanunu tercüme edip onu taklit etmeden en özgür ülke olmak, aynı zamanda gerçekten zarar doğuran, engellenemeyen suçla en kararlı ve etkin mücadeleyi sergileyerek özgürlükleri tehditlerden koruyabilmektir.