Mihrap, Osman Hamdi, Hallacı Mansur, İbni Arabi, Fazıl Say

image-1Yine bir Cuma günü ve bu ülkenin %95’inin inandığı yüce İslam dininin bu mübarek gününde tarihimizin en önemli simalarından Osman Hamdi Bey’in “Mihrap” isimli tablosu bana İslam’ın nasıl yaşandığını,  nasıl siyasileştirildiğini ve farklı yorumlara ihtiyacı olup olmadığını düşündürüyor.

Osman Hamdi Bey sadece bir ressam değil aynı zamanda ülkemizin gururu olan Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu, Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı. Çalışılması gereken büyük bir şahsiyet. “Mihrap” isimli tabloyu yaptığında sene 1901. Camide, derin göğüs dekoltesi ve hatlarını belli edecek şekilde vücudunu saran elbisesiyle sırtı mihraba dönük, rahlenin üzerinde oturan bir kadın. Yerde ise Kur’an ve Kur’an sayfaları var. Çok tartışma yaratmış ve çok yorumlanmış bir eser.

Düşünüyorum… 2013 Türkiye’sinde bir ressam böyle bir resim yapsa, bir fotoğrafçı böyle bir fotoğraf çekse, bir edebiyatçı böyle bir görsel betimlese ne olurdu diye.

Bunu düşündükçe içime oturan sıkıntı kadar büyük bir başka sıkıntı ve merak da artık kayıp olan bu tablonun hala sağlıklı halde olup olmadığı, öyle ise kimlerin elinde olduğu.

En büyük merakım ise bu tabloyu ressam neyi düşünerek yapmış, ne amaçla yapmış, ne anlatmaya çalışıyor? Kendi yorumumu yapabilmek çok güzel ve herkes de kendi yorumunu yapmalı.

Sanatsal güzelliğinden ve gizeminden etkilenmemek mümkün değil diyerek Osman Hamdi Bey’in, eserlerinin ve çalışmalarının etüd edilmesini ve yorumlanmasını herkesin ilgisine ve takdirine bırakıyorum.

Osman Hamid Bey’in bu eserini, Osmanlı döneminde bir Osmanlı memuru olduğu halde yapabiliyor ve hiçbir takibata uğramıyor, hiç hapse girmiyor.

Fakat 2013 Türkiye’sinde dünyaca ünlü bir Türk piyano virtüözü Fazıl Say, bir 12. Yüzyıl şairi, matematikçisi, filozofu ve astronomu olan Ömer Hayyam’dan yaptığı bir alıntı ile attığı “tweet” sebebiyle 10 ay hapisle cezalandırılıyor. Hem de kendisi bir şiir okuduğu için hapse fiilen girmiş bir Başbakan’ın hükûmetinin 10. yılında.

Hallacı Mansur 10. yüzyılda “sizin inandığınız tanrı benim ayaklarımın altındadır” dediği için derisi yüzülerek öldürülürken, 12. Yüzyılda İbni Arabi aynı şeyi farklı kelimelerle ifade ediyor ama eceliyle ölebilecek kadar şanslı olabiliyor. İslam toplumu bundan bir milenyum önce  bu yolu kat edebilirken,  ne oluyor da aynı İslam toplumu ve özellikle Türkiye bu hale gelebiliyor?

Dinler tarihi ve İslâm tarihi bu gibi örneklerle ve çelişkilerle dolu. Bu ülkenin hatta kendini Müslüman olarak tanımlayan herkesin kendine bu soruyu sorması ve İslam’ın geleceğinin baskıda değil anlamakta, anlaşmakta olduğunu idrak etmesi gerekir.

Din, hele İslâm, siyasi malzeme, baskı, zulüm, hapis ve ne yazık ki hatta öldürmek için bir bahane değil, yaşatmak, geliştirmek, kucaklamak ve sevmek için vesile ve temel olmalıdır.

En azından benim bildiğim İslâm budur.