TV, Radyo ve Gazete Yayınlarının Durdurulmasına İlişkin Talimat?
Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın medyaya yönelik yeni bir eylem planı olduğu ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir karar alacağı birkaç gündür kamuoyunda tartışma konusu oldu. Savcılığın bu konuda ilgili devlet kurumlarına basın ve yayın yasağı anlamına gelecek taleplerini ilettiği de duyuldu. Hem yürürlükteki Anayasa’mız ve evrensel hukuk hem de telekomünikasyon hukuku çerçevesinde yaşananları ele almak gerek.
Öncelikle belirtmek gerekir ki yayınlarının durdurulması istenen televizyon ve radyo kanalları, devletin ilgili özerk kurumu tarafından kendisine kanal tahsisi yapılmış ve buna göre almış oldukları lisans çerçevesinde yayın yaparken yine devlet tarafından denetlenmekte olan yayın kurumlarıdır. Kendilerine tanınan lisanslara istinaden, tahsis edilen frekanslar üzerinde yayın yapmaları noktasında müktesep hakları vardır. Bu kazanılmış haklar en temel ticari kazanım ve korunması gereken haklar mesabesindedir. Çok daha net ifade edersek “dokunulmazdır.”
Günlük, haftalık veya süreli yayın yapan yazılı basın da aynı şekilde işleyebilecekleri hukuka aykırı fiiller bakımından cezai ve hukuki yaptırımlara tabi şekilde her sayılarını ilgili denetleme mercilerine vermek suretiyle denetlenirler.
Basın kanunumuz, Anayasa’mız ve Anayasa’mızın 90. maddesi çerçevesinde ülkemiz bakımından bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi basın hürriyetini, haber alma hürriyetini ve ifade hürriyetini “temel insan hakkı” olarak tanır. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin basın, haber alma ve ifade hürriyetlerine ilişkin yerleşik içtihatları vardır. Bahsettiğim ana mevzuat ve yerleşik içtihatlar uyarınca basın hürriyeti, haber alma hürriyeti ve ifade hürriyeti, yaşam hakkı, fiziksel dokunulmazlık hakkı ve fiziksel özgürlük hakları ile aynı kategoride ele alınır. Bu hürriyetler, ancak ve ancak toplumun tamamı tehdit edildiğinde ve sadece bu tehdit ile mücadeleye yönelik olarak orantılı biçimde ve kanun ile sınırlanabilir. Böyle bir kanun yapma yönündeki yasama fiili dahi kanun çıktığı anda ve sonrasında uygulamasının öngörülen sınırların içinde olup olmadığı, uygulamada istismar olup olmadığı hem usul ve karar alma yönünden hem de ekonomik yönden bağımsız olması gereken mahkemelerin denetimine tabidir. Anayasa Mahkememiz, Anayasa tarafından öngörülmeyen bir sınırlama sebebinin kanunla dahi öngörülemeyeceğine hükmetmiştir. (1996/70 E., 1997/53 K. sayılı, 05.06.1997 tarihli kararı. Resmi Gazete tarih/sayı:04.04.2003/25069) Yani bu hürriyetlerin sınırlanması sadece savcı talimatıyla yapılması zaten ceza hukukumuza ve yukarıda saydığım temel mevzuata ve yerleşik içtihatlara aykırıdır.
Radyo, TV ve yazılı basın araçlarına getirilecek durdurma, henüz buralarda yapılmış dahi olmayan tüm yayınların toplumun tamamının bekasını tehdit edecek anayasal suçlar içereceği varsayımı içerir ki bu, hem mantığa hem de hukuka aykırıdır. Bu şekilde süreli yayınların, yani yarın da yayınlanacak veya haftada bir yayınlanan yayınların yasaklanmasının hukuka aykırılığına ilişkin AİHM kararları mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve yargı organlarının temel anayasal görevi vatandaşlarının temel hak ve menfaatlerini korumaktır. Devletin, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlamaması prensibine dayalı negatif yükümlülüğünün yanı sıra, bu hak ve hürriyetleri sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak gibi bir pozitif yükümlülüğü de mevcuttur.
Anayasa’mızın haberleşme ve fikir yayma hürriyetini düzenleyen 22. ve 26. maddeleri açıktır. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Basında yer alan eleştirilerin, şiddet ve isyanı teşvik etmediği sürece, ağır ithamlar ve kırıcı bir dil içeriyor olsa dahi, ifade hürriyetinin kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiği, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları ile sabittir. Bu konuda yapılacak her türlü müdahale ve ölçüsüz önlem, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin ihlal edildiği anlamına gelecektir. Bir gazete yazarının, sadece gerçeği kanıtlayabilme koşuluyla eleştirel değer yargılarında bulunabileceği şeklindeki bir düşünce, ifade hürriyeti kapsamında ölçülü bir sınırlama olarak kabul edilemez. (AİHM, Wirtschafts Trend Zeitschriften GmbH-Avusturya Kararı 16.04.1998 26113/95 )
Hatta beddua etmek, rahatsız edici, şoke edici, sert, kaba, eleştiride bulunmak, nezaket sınırlarını aşarak eleştirmek, hicvetmek, uyarıda bulunmak, hatta belli ölçülerde abartmak, kışkırtmayı içermesi, bu ifadelerin nesnel bir açıklama ile desteklendiğinde kişisel saldırı olarak görülemeyeceği Yargıtay Ceza Genel Kurulu’muzun ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarıyla müsbit ve doktrinde de ihtilafsızdır. (AİHM’nin 5493/72 sayılı ve 7.12.1976 tarihli Handyside/İngiltere Kararı ile 3692 sayılı ve 27.05.2003 tarihli Skalka/Polonya kararları, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.07.2006 tarih ve 2006/181 sayılı kararı)
Anayasa’mızda 2010 yılında yapılan değişiklikle getirilen bireysel başvuru hakkı, idare tarafından yapılan kanun ihlallerine karşı bireysel başvuru imkanı sağlamaktadır.
Uluslararası alanda en saygın sivil toplum örgütlerinden olan, yayın yaptığı 7 dilden biri Türkçe olan Gazetecileri Koruma Komitesi’nin analitik verilere ve analizlere dayalı olarak yaptığı, “Dünyanın En Kötü Gazeteci Zindancısı” listesinde ülkemiz 2012 ve 2013 yıllarında dünyanın en kötü gazeteci zindancısı olmuştur. 2014 yılında ise Çin, Eritre, Etiyopya, Vietnam, Suriye ve Burma ile birlikte yine en kötü gazeteci zindancısı listesinde ilk yedide yer almıştır. Bu durum diğer tüm basın ve ifade hürriyeti ve insan hakları endeksleri bakımından da farklı değildir.
Sadece kendi hukukumuzu doğru uygulamaya çalışarak ve vatandaşlarımızın temel haklarına öncelik vererek bu manzaradan kurtulabilmenin, Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülke için zor olmadığını düşünüyorum. Bunu sağlamanın yolu ise öncelikle mevcut anayasal haklar ve özgürlükler çerçevesinde basın yayın özgürlüklerinin korunması; yine AİHS ve evrensel hukukun getirdiği özgürlükçü yaklaşımla demokrasimizin pekiştirilmesi olacaktır. Yasak, yayın durdurma, müsadere gibi üçüncü dünya hukukunda bile kendine yer bulmayan uygulamalar, Türkiye’yi bu dünya müktesebatından koparmaktan başka bir işe yaramayacaktır.