Gezi Parkı, Agora Demokrasisi Park Platformları ve Yarınımız
Gezi Parkı, dindar – ateist, sağcı – komünist, baş örtülü – mini etekli, alevi – sünni, Türk – Kürt demeden tüm yurttaşlarımızın insanlık onuru ve bireysel tercihlere saygının dünyada eşine az rastlanır bir örneğinin evi haline gelmişti.
İçinde kütüphanesi, ana okulu, sahne sanatları platformu, mescidi, yepyeni dikilmiş çiçekleri vardı. Miraç Kandilinde herkes Kur’an dinledi, kandil simidi yedi. Bir başka gece piyano dinledi, caz korosu dinledi.
Tüm İstanbul, hatta diğer illerden binler bu manzarayı gözüyle görmek için ailesiyle, bebek arabasındaki bebeğiyle geldi. Herkesin yüzünde tebessüm vardı.
Ama idare bu manzaraya tahammül edemedi! Bu manzarayı terörist ve düşman gösterdi. Bu güzel manzaranın renkleriyle üç beş gün daha iyi niyetli bir diyalog içine girip, ondan sonra herkesi evine gönül rahatlığıyla döndürmek yerine bir gün Taksim’e polis müdahalesi başladı. Sayın Vali’nin Gezi Parkı’nın içine müdahale olmayacak demesinin üzerine gaz bombaları, aralarında yaşlıların, çocukların, astım ve solunum yolları hastalarının, engelli yurttaşlarımızın da olduğu binlerin üzerine yağmaya başladı. Otellere kadar ancak kaçışanların arkasından otellere dahi müdahale edildi.
Ve Gezi Parkı dağıtıldı…
Bu dönemden sonra Türkiye’de ilkler yaşanmaya devam etti ve agora demokrasisi tipi mahalle parkları platformları kuruldu. Bizzat bu parkların hepsini kimi zaman gözlemci, kimiz zaman konuşmacı olarak gezdim.
Bu parklarda siyasi talepler ve çözüm önerileri yeşerdi, bu parklarda yaşanan travmalara teselli bulundu, bu parklarda yerel sorunlar tartışıldı, çözümler arandı. Bu parklarda on olan dostumuzun sayısı 100 oldu, bir sonraki gece 1000 oldu.
Hiçbiri tek tip olmayan, aynı Gezi Ruhu gibi katılımcılarının ve mahallelerinin renklerini taşıyan park platformları, demokrasi tarihimizdeki yerini paha biçilmez değerleri ile aldılar.
Tam bugün itibarı ile artık tüm Park Platformları, moderatörleri, kanaat önderleri ve katılımcılarıyla ortak bir karar almalı. Çünkü ne yazık ki bazı sorunlar görünüyor. İstanbul’da ve diğer bir çok şehrimizde birbirinden bağımsız oluşumlar, platformlar, “partiler” ortaya çıkıyor. Sonuca etki edebilecek konular ve çözümler gölgede kalabiliyor. Mevsimin, devam eden hayatın, sorumlulukların ve tüm bunların sonucu yaşanan soğumaların sonucu kopmalar oluyor. Bir platform diğerine mesafe koyuyor, beriki şu etkinliğe gitmiyor, öteki oraya çağrı yapıyor. Parkta toplanmış geç saatlere kadar konuşabilen, üzerinde direkt bir tehdit veya saldırı olmayan bir platform bir anda katılımcılarını gecenin bir yarısı yürüyüşe geçirip katılımcılarını hukuki takibata veya yaralanmaya maruz bırakabilecek davranışlara girebiliyor…
Dün (08.07.2013) Gezi Parkı’nın devlet tarafından açılıp, gelen vatandaşın yine devlet tarafından şiddetle çıkarılması, kırka yakın gözaltı, siviller tarafından ateşli ve kesici silahlarla diğer sivillere yapılan saldırılar. Ve artık hayatın olağan akışı haline gelmiş yeni bir travma.
Gezi Ruhu’nu, Park Platformlarındaki talepleri, haykırışları, temel haklarımıza ve tercihlerimize saygıyı, hukukun üstünlüğünü, hesap verebilirliği, sorumluluğu, çoğulculuğu ve eşitliği iktidar yapmak istiyorsak bunun ancak tek bir yolu var:
Meşru zeminden sapmadan, bir çatı altında birleşerek hergün çalışmak!
Var oluş amacından sapmadan, meşru zeminden kaymadan, birbirinden uzaklaşmadan sivil baskı aracı ve en nihayetinde ortak siyasi irade ortaya koyabilecek mekanizmanın kurulması bir gereklilik.
Tüm park platformlarına, kanaat önderlerine ve katılımcılara sesleniyorum: yaptığımız güzel şeyleri yapmaya devam edelim, fakat BİR olmamız, meşru hukuki zeminden ayrılacak her hareketten kaçınmamız gerekiyor. Lütfen bunu yapabilecek iradeyi birlikte yaratalım!
Birlikte diktiğimiz çiçekler açsın, tohumlar ağaç olsun, bir daha asla kovalayanların ve kaçanların ayakları altında ezilmesin!