Demokrasi ve Adalet Gönüllüleri Neye Gönüllü Oldu?
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki kimse öküz altında buzağı aramasın. Ülkemizde katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmek, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve refah sağlayabilmek için altyapı olan adaleti, hukuk sistemini ve eğitim sistemini ıslah etmemiz gerekmektedir. Demokrasi ve Adalet Gönüllüsü her bireyin arzusu budur. Çabamız güvenilir bir adalet sistemi, Türkiyemizi nihayet rekabetçi bir dünya gücü yapabilecek bir eğitim sistemi, çoğulcu demokrasi ve sağlıkla sürdürülebilir olarak gelişen ekonomi elde etmek içindir.
Hepimiz, Türkiye’deki toplumsal ayrışmanın gerçek derinliğinin farkına ancak varıyoruz. Başbakan 7 Haziran 2013’te Kuzey Afrika gezisinden döndüğünden beri “kendi tebası” olarak gördüğü seçmenleri kutuplaştırmak için toplumun aslında çoğunluğu olan AKP seçmeni olmayanları acımasızca ve orantısızca başkalaştırıyor.Devamını oku
Hayır, Gezi milât değildir. Gezi’nin üzerinden beş ay geçtikten sonra, bizler tüm kişisel inanç ve kılık kıyafet özgürlüklerini savunurken, baş örtülü bir kadın milletvekili, kapalı olmayan tüm kadınlara “kirli” diyebiliyorsa “özgürlüklerin” aslında ne demek olduğu bellidir ve Gezi’nin üzerine yememiz gereken kırk fırın ekmek var demektir.
Japan’s cultural and commercial exchange with the West has continued for a century after Japan’s initial contact with the Portuguese merchants in 1543. The Tokugawa Shogunate adopted an isolationist policy (sakoku 鎖国, locked country) in 1633 and Japan’s seclusion lasted for almost 250 years until the America’s “Black Ships” (kurofune, 黒船) steamed into Tokyo Bay to forcibly open the country to Western trade.
One of the prime foundation stones of the traditional Japanese Culture and modern Japan is harmony through consonance. Within the two Japanese syllables (あ, A andうん, Un) lies the infinite and meticulous details of what is underlined by that previous, simple and effortless sentence.
Gezi Parkı, dindar – ateist, sağcı – komünist, baş örtülü – mini etekli, alevi – sünni, Türk – Kürt demeden tüm yurttaşlarımızın insanlık onuru ve bireysel tercihlere saygının dünyada eşine az rastlanır bir örneğinin evi haline gelmişti.
Yine bir Cuma günü ve bu ülkenin %95’inin inandığı yüce İslam dininin bu mübarek gününde tarihimizin en önemli simalarından Osman Hamdi Bey’in “Mihrap” isimli tablosu bana İslam’ın nasıl yaşandığını, nasıl siyasileştirildiğini ve farklı yorumlara ihtiyacı olup olmadığını düşündürüyor.
Hiçbir ülkenin özgürlüğünü de, hukuk sistemini de, cezasını da taklit etmek, başkasına benzemek zorunda değiliz. Türkiye, en özgür diye bildiğimiz ülke kadar özgür olabilirken, aynı zamanda gerçek suçla en etkin mücadele eden ülke kadar dirayetli ve güçlü olabilir. Artık Türkiye olarak kendimize güvenmeliyiz, oradan buradan tercüme mevzuatla birilerine kendimizi yüzeysel olarak benzetme gafletinden kurtulmalıyız.