Twitter Türkiye Kamu Politikaları Müdürü Sayın Emine Etili ile teknoloji, hukuk ve insani gelişim tartışacağımız panel 27 Ekim, Salı günü. Kayıt ve program detayları için Digital Talks Sonbahar 2015 web sitesini ziyaret ediniz.
Bu seyrek gerçekleşebilecek önemli panele katılarak yapacağınız soru, yorum katkılarını da dikkate alarak kaleme alacağım konu ile ilgili makalemi Yeni Arayış’ta yayınlayacağım.
Twitter, 17 Nisan 2015’te açıkladığı bir ilke değişikliği ile hesapları, ABD hesabı ve ABD harici hesaplar olmak üzere iki farklı sisteme uygun olarak yöneteceğini açıkladı. Unutulmasın ki bu değişiklikler çok moda haline gelen Persicope için de söz konusu.
Buna göre ABD’de yaşayanların hesapları San Francisco’da bulunan Twitter Inc. tarafından, ABD harici ülkelerde yaşayanların hesapları ise Dublin’de bulunan Twitter International tarafından yönetilecek.
Bu ilke değişikliği Twitter’ın Ekim 2014’te ABD Federal Hükumetinin hesap ve kullanıcı bilgi taleplerinin ABD Anayasası’na aykırı olduğu gerekçesi ile New York’ta dava etmesinden sonra çok daha fazla anlam kazandı.
ABD’de yaşayanların hesapları, NSA’in (Milli Güvenlik Kurumu) ve mevzuatının etkili olabildiği kararları çıkaran ABD mahkemelerine ve ABD hukukuna tabi olacak. Ancak ABD’de bulunmayanların hesapları Irlanda şirketi tarafından yönetilecek, veriler İrlanda’da saklanacak ve AB mevzuatına ve İrlanda Veri Koruma Kurumu’nun düzenlemelerine tabi olacak.
Burada herkesin gözden kaçırdığı en önemli nokta bence bu değişiklik sayesinde ABD mahkemelerinin ve makamlarının ABD’de olmayanların hesapları hakkında talep ettiği bilgi ve verdiği kararlar bakımından Twitter’ın bu talep ve kararlara uymaktan imtina edebilecek olmasıdır. Bundan sonra ABD makamları, ABD’li olmayan hesaplar bakımından kendi kanunlarını ancak uluslararası anlaşmaların izin verdiği usul ve esaslar çerçevesinde uygulatabildiği kadar uygulatacak.
Tabii bu durum hemen aklımıza ülkemizdeki idarenin “bize bilgi vermiyorlar, bizim kanunlara uymuyorlar, onları dizlerinin üzerine çöktürdük” gibi ifadeleri geliyor. Daha önce de verdiğim bir çok karakteristik örnekte olduğu gibi herşey hukuk çerçevesinde yapılabilir, yapılmalıdır ve yapıldığında olur!
Bu değişikliğin reklam ilkeleri bakımından da Twitter’ın hem leyhine, hem de aleyhine olabilecek bazı sonuçları da olabilir. AB içinde nisbeten daha gevşek mahremiyet düzenlemeleri olduğu bilinen İrlanda dijital pazarlama bakımından avantajlı olabilse de, reklam ilkeleri bakımından AB mevzuatı, ABD’ye göre daha muhafazakar sayılabilir. Bu arada belirtmekte fayda var ki, İrlanda, Veri Koruma Kurumu’nun bütçesini 1,9 milyon Avro’dan, 3,85 milyon Avro’ya çıkardı ve yeni bir veri koruma ve mahremiyet düzenlemesi yapmakta. Bunu da İrlanda’nın kendisini baz olarak kullanan Twitter, Facebook, Google gibi şirketlerin mahremiyet politikalarını daha yakından takip edeceği şeklinde yorumluyorum.
Söz konusu değişiklik 18 Mayıs 2015’te yürürlüğe girecek.
Twitter’ın 21 Nisan 2015’te (dün) ilan ettiği bir diğer ilke değişikliği de Twitter’ın istismara karşı açtığı savaşın bir sonucu. Twitter, kullanıcıların en güvendiği, mutlu olduğu ve emniyette olduğu dijital platform olmak istiyor. Bu sebeple bundan sonra seri olarak alacağı ilk tedbir olarak doğrudan şiddet ve tehdit söylemi yasağına, şiddeti ve tehdidi kışkırtacak, teşvik edecek söylemleri yasaklamayı ekledi.
Teknoloji ve Internet, kendi oto kontrolü ve düzenelemeleriyle yaşamaya ve evrilmeye, güçlü bir şekilde devam ediyor!
Zamanımın en büyük kısmını işime ayırmak zorunda olsam ve bundan büyük keyif alıyor olsam da, beni en çok geliştiren ve mutlu eden şeylerden biri de çok çeşitli konularda, çok çeşitli insanlarla bilgi ve tecrübe paylaşmak, onları tanımak, onlardan öğrenmek ve böylece hayatlarımızı, dünyamızı birlikte zenginleştirmek. 2014’ün son iki ayı bu anlamda verimli geçti.
Bu hafta, 18 sayfalık “Internet ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Kullanımı” başlıklı bir makale ile katıldığım “Direnişin @ Hali” isimli kitap Avrupa Birliği desteği ile Yeşil Düşünce tarafından yayınlandı. Kitabı buradan download edebilirsiniz. Önemle tavsiye ederim. Makalemde en son Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği organları kararlarıyla Internet erişiminin temel bir hak olarak tespiti, dünyada ve Türkiye’de ihlaller, Türkiye’den ve dünyadan ilgili mahkeme kararları da yer alıyor.
15 Aralık’ta İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Bilişim Hukuku Kulübü’nün muhteşem organizasyonuyla düzenlenen iki günlük Bilişim Hukuku Sempozyumu’na “Arama Motorlarının Hukuki Sorumluluğu” konulu tebliğim ile iştirak ettim. Arama motorlarının özel durumunu göz önünde tutarak sunmuş olduğum bu tebliğ yakında çok geniş bir makale olarak yayınlanacak.
6 Aralık’ta Bilgi Üniversitesi Executive MBA sınıfına “Girişimcilerin ve Girişim Yatırımcılarının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar” konulu bir ders verdim.
Kurumsal yönetim ile ilgili sürdürdüğümüz çok ciddi çalışmalarımız SPK, BIST, TKYD ve sair kurumlar nezdinde devam ederken, özel şirketlerin yönetim kurulları içinde ya da danışman olarak, aile şirketlerine özel hizmetler vererek, şirket değerlerini artırmalarını ve geleceğe güvenle bakabilmelerini sağlamaya devam ediyoruz. Daha fazla bilgiyi burada bulabilirsiniz.
Kasım’da çok önemli fakat bir o kadar da samimi iki konuğu ağırlama fırsatımız oldu. Alibaba.com’un eski başkan yardımcısı Porter Erisman ve nişanlısı Mayumi-san’dan iş hayatının çok ötesindeki konularda ilginç hayatlarından ve çok istisnai tecrübelerinden keyifle ilham aldık. Alibaba.com, Eylül’de dünyanın en yüksek değerli halka arzı rekorunu kıran şirket oldu. Bu başarının en önemli mimarlarından Erisman, Kasım’da Endeavor’un organizasyonu ile bir çok Üniversite’de kendi yapımı muhteşem bir belgesel olan A Crocodile in the Yangtze filminin gösteriminde ve atölye çalışmalarına katılarak Alibaba.com başarısının sırlarını paylaştı.
20 Kasım’da Boğaziçi Üniversitesi Yönetim ve Bilişim Sistemleri Departmanındaki ikinci dersimde mukayeseli fikri mülkiyet hukuku, birleşme ve devralmalar ve girişimcilik eksenlerinde çalıştık. Başta Bilişim Uygulamaları Araştırma Merkezi olmak üzere, Boğaziçi Üniversitesi’nin çeşitli merkezleri ve departmanları ile 2015 çalışmalarımızı programlamaya başladık bile!
Avrupa Birliği’nde 15 binden fazla yayıncı üyesi olan, üyelerinin toplam yıllık cirosu 40 milyar Avro olan EMMA’nın yılda yaptığı tek referans yayın olan “EMMA Magazine 2014 – 2015″te Türkiye’den alınan yegane makale “Media and Political Protests” başlıklı yazım oldu. Bu referans eserin yayını 18 Kasım’da Avrupa Parlamentosu’nun himayesinde Brüksel’de gerçekleşti.
The Constitutional Court of Turkey annulled two provisions in the omnibus bill enacted on 11 September 2014, amending among others the so-called Internet Law. (Click here for the background article of Burcak Unsal published in Your Middle East)
Let me give my conclusive statement at the very beginning: these annulments are insufficient and the Internet Law is still loaded with many provisions which cannot answer the needs of contemporary Turkey and that obstruct Turkey from attaining the goals established by the government for 2023, the 100th anniversary of the Republic.
Media, academicians and the general public generally focus on the issues which have already become popular magazine topics such as YouTube and Twitter bans. However, even a school child knows how to easily avert such bans at zero cost.
The real problem and the bitter truth which is most ignored is the excess of power to undermine the judiciary and providing juridical immunity to government officials.
Although we have candidly shared our opinions on the Internet Law since the day it was enacted back in 2007, the government chose to amend it three times in the last six months totally contrary to what it should have been. Most recently it was amended by an omnibus bill, in September and it was the first piece of legislation approved by Tayyip Erdoğan in his capacity as president.
Most of the amendments introduced in the Internet Law are against the Turkish Constitution, as well as a December 2012 ruling of the European Court of Human Rights condemning Turkey due to the coarse Internet Law, which it found inadequate to be even considered law.
The Constitutional Court has annulled the following provisions in the omnibus law:
Banning a web site by the regulatory authority at its own discretion due to its perception of national security, public order or prevention of crime without a court order.
Collection of individuals’ Internet traffic data by the regulatory authority.
What this decision will bring is that
The regulatory authority will not be able ban any web site at its own discretion without a court order, nor will it be able to collect any traffic data of individuals.
Sounds good! But, is it enough to bring Turkey to where it should have already been? Not even close!
Turkey and her Internet Law are still far far away from what could make Turkey achieve its ambitions in the 100th anniversary of the Republic in 2023, set by the government, because;
The Internet Law provides juridical immunity to the chairman and the personnel of the regulatory authority, just as the chairman and the personnel of the Turkish intelligence agency obtained back in 2012. Now, the chairman of the regulatory authority cannot be put on trial unless the relevant minister allows. This is an explicit violation of one of the pillars of the rule of law mandating that the administration shall answer to independent courts for its wrongdoings.
The courts which shall review content removal would be determined by the Supreme Council of Judges and Prosecutors. However, this does not comply with the need to establish specialized courts. It takes a lot of effort and years to establish specialized courts which will hear content removal cases and crimes committed on the Internet.
The chairman of the regulatory authority is entitled to remove content or ban a web site at his/her own discretion based on his/her own moral values, without a court order, if he/she believes that the content violates personal rights.
A judge may ban an entire web site or an Internet service (as Twitter or YouTube), if the judge believes that banning/removing a specific URL (such as a specific video or a tweet) would not be sufficient to fulfill the objective of the court order.
“Notice-and-Take-down” has been entirely set aside by allowing anyone who claims that her privacy has been violated to directly apply to the regulatory authority for content removal, by-passing the courts, the person who posted the content and the platform where the content was posted (such as Twitter, YouTube, Blogger and etc.). Upon such individual content removal application, the regulatory authority simply orders the access provider to comply with the removal demand.
*Please click here for the original article published in Turkish in Diken. Diken’de yayınlanan orijinal makale için tıklayınız.
Anayasa Mahkemesi (“AYM”), 2 Ekim 2014’te “Eylül Torba Yasası” ile getirilen Internet Yasası’nı değiştiren bir kısım hükmü iptal etti.
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. AYM’nin iptal kararları yetersizdir ve Internet Yasası hala Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayamayacak, hükumetimizin koyduğu 2023 hedeflerine ulaşmakta bize ayak bağı olacak hükümlerle doludur. Yine de AYM Kararı hayati önemdedir ve sevindiricidir.
Özellikle medya, akademisyenler ve insanımız “YouTube kapatıldı, Twitter kapatıldı” gibi işin artık magazinleşmiş tarafında. Oysa ki, bir ortaokul çocuğu bile bu “kapatılmayı” zahmetsizce, masrafsızca aşabilir.
Asıl problem ve en az üzerinde durulan acı gerçek yürütmenin yargı alanına tecavüzü ve yürütmenin yargı denetiminden çıkarılmasıdır.
2007 senesinde ilk yasalaştığı günden beri en samimi iyi niyetlimizle halkımız için, Internet eko-sistemi için ve devletimizin çıkarları için hukuk çerçevesinde hep görüşlerimizi belirttik. Ancak, yıllar geçti ve medyadaki adıyla “Internet Yasası”, 2014 içinde altı ayda olması gerekenin yüzseksen derece aksi yönüne doğru tam üç defa değiştirildi. Son olarak Internet Yasası, Eylül ayında Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonraki belki ilk onadığı yasa olan “Torba Yasa” ile değiştirildi.
Bu değişikliklerin çoğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (“AİHM”) Türkiye’yi haksız bulduğu Aralık 2012 tarihli bir hükümde “kanun olma yeterliliği taşımadığı” belirtilen Internet Yasası’nı hiç kimseye fayda sağlamayacak şekilde ve içlerinde benim de bulunduğum birçok hukukçuya göre Anayasa’ya aykırı olarak yapıldı.
Bu makaleyi kaleme alırken AYM kararını vermiş olmasına rağmen, bundan haberi dahi olmayan bir çok yorumcu 3 Ekim 2014 gecesi (Kurban Bayramı arefesi) ekranları doldurup TİB Başkanı’nın site kapatma yetkisinin ne kadar hukuki ve doğru olduğunu anlatmakta, buna karşı olanlar da yine bu AYM kararından habersiz bu düzenlemelerin hatalı olduğundan bahsediyordu. Bu sebeple dayanamadım, gerçekten bilmek isteyenlerle Bayram’ın ilk günü de olsa paylaşmak amacıyla bu makaleyi kaleme aldım.
TİB’in kendisine hiçbir şikayet dahi gelmeden, bizzat kendi takdiriyle, yargı kararı olmadan bir sitenin hukuka aykırı olduğunu, milli güvenliğe aykırı olduğunu “düşünmesi”, kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi gibi “amaçlarla”, söz konusu siteyi dört saat içinde kapatabilme yetkisi.
TİB tarafından kişilere ait Internet trafik bilgilerinin toplanması.
Bu kararın sonucu ne olacak?
TİB mahkeme kararı olmadan milli güvenliği ve kamu düzenini koruma gibi gerekçelerle (!) kapatma kararı alamayacak ve mahkeme kararı olmadan kişilerin Internet trafik bilgilerini (hangi sitenin ne kadar süreyle ziyaret edildiği, hangi sitelerden gelip gidildiği, kullanıcı bilgisayarına ilişkin tanımlamalar vs) saklayamayacak.
Pekiyi, AYM’nin bu kararıyla olması gereken noktaya geldik mi?
Hayır, ne yazık ki olması gerekenden fersah fersah uzaktayız. Çünkü;
TİB Başkanı’na ve personeline, aynı 2012’de MİT Yasasında yapılan değişiklikle getirildiği gibi yargı muafiyet getirilmektedir. Yani TİB Başkanı yasaya aykırı işlem yapsalar dahi yargılanmaları ancak ilişkili Bakan’ın izniyle, memurların yargılanmaları ise kurumun izniyle mümkün olabilecek. Bu açıkça hukuk devletinin temeli olan “idarenin işlemleriyle yargı denetimine tabi olması” prensibinin ihlalidir.
İçerik kaldırma başvuruları ancak HSYK tarafından belirlenecek Sulh Ceza Mahkemelerine yapılabilmesi. Bu durum uzman mahkeme kurma gereğine aykırıdr. Söz konusu başvurulara konu hakkında uzmanlaşmış hakimlerin/mahkemelerin bakması gerekir. Bu konuda uzmanlaşma da bir kanun maddesi çıkarmak kadar kolay değildir!
TİB Başkanı kendi takdiriyle, kendi dünya görüşüyle, kendisine şikayet dahi gelmeden bir sitenin özel hayatı ihlal ettiğini “düşünmesi” halinde, bu siteyi kapatabiliyor. Mahkemeye ancak site kapatıldıktan sonra kendisi kararını götürüyor.
Hakim, spesifik bir web sayfasına (URL bazlı) erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlâl olarak düşünülen durumun engellenemeyeceğini düşünürse, internet sitesindeki TÜM YAYININ engellenmesine karar verebiliyor.
“Uyar – Kaldır” olarak anılan, Internet’e içeriği koyana ve içeriği koyduğu yere başvurma yöntemi tamamen kaldırılacak. Herkes doğrudan mahkemeye (ya da yukarıda anlatılan durumda TİB’e gidecek), mahkeme kararı 24 saat içinde verecek ve engelleme emrini Erişim Sağlayıcılar Birliği’ne uygulatacak. Yani Twitter, Facebook, YouTube, Bloglar ve bunlara içerik sağlayan kullanıcılar tamamen süreç dışı bırakılıyor.
Bu makalede sırasıyla (i) temel hak ve özgürlüklerin nitelikleri, (ii) sınırlandırılması, (iii) temel bir hak olarak Internet erişimi, (iv) herkesin Internete yaklaşımını bildiği Çin, Kuzey Kore, Ortadoğu ülkeleri, bazı Afrika ülkeleri ve sair “olağan şüphelilerin” yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri (“ABD”), Birleşik Krallık, diğer bazı Avrupa Birliği ülkeleri ve Batı medeniyetine ait sair bazı ülkelerin Internet’i kullanarak temel hak ve özgürlükleri nasıl ihlal ettiği; ve nihayet (v) ülkemizdeki durum son değişiklikleri ile birlikte mevzuat, ulusal ve uluslararası mahkeme kararları ve uygulama bakımlarından ele alınacaktır.
II. Temel Hak ve Hürriyetler
Hakkında birçok kaynakta açıklama bulunabilecek temel hak ve hürriyetleri kısaca insan haklarının hukuk tarafından tanınmış, güvence altına alınmış ve yasama ve yürütme tarafından keyfi biçimde ortadan kaldırılamayacak olan haklardır.
Temel hak ve hürriyetler Magna Carta ile hatta farklı medeniyetlerin farklı metinleriyle ve insanoğlunu dünya savaşları, soykırımlar, insanlığa karşı işlenmiş yüzlerce suç gibi acı tecrübeleriyle birlikte bin yıla yakındır süzülerek, rafineleşerek gelen bir anlayış ve farkındalık sonucu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (“İHEB”), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) ve Anayasamızda yer alan kişinin doğumuyla kazandığı, vaz geçilmez ve feragat edilmez haklardır.
Bu makalemiz bakımından özellikle Internet’in etkilediği ve Internet ile birlikte kullanılması çok farklı bir hal alarak artık Internetsiz kullanılabilmesi dahi düşünülemeyen temel hak ve hürriyetlerin bir kısmı düşünce hürriyeti, ifade hürriyeti, basın hürriyeti, eğitim hakkı, gelişim hakkı, iletişim hürriyeti, fırsat eşitliği, kültürel faaliyetlere erişim hakkı, toplanma ve örgütlenme hakkı, mahremiyet olarak sıralayabiliriz.
Temel hak ve hürriyetler çalışılırken negatif, pozitif, aktif; ya da sosyal, ekonomik, kültürel; ya da kuşaksal çeşitli kategorizasyonlar yapıldığı görülebilse de, bu kategorizasyonlar temel hak ve hürriyetlerin önemine veya önceliğine ilişkin bir ayrım değil, kronolojik, akademik ve doktrinsel tanımlama ve açıklama amacıyla yapılan ayrımlardır.
Temel hak ve hürriyetler bir bütündür ve bu haklar bir arada var olmadıktan, kullanılmadıktan sonra özgürlükten söz edilemez.
Bizim ana konumuz Internet ekseninde kalacağından biz de kuşaksal olarak özetle temel hak ve hürriyetleri aşağıdaki şekilde kategorize edebiliriz:
Birinci kuşak haklar: Vücut bütünlüğü ve yaşam güvenliği, konut dokunulmazlığı, düşünce hürriyeti, siyasal haklar.
İkinci kuşak haklar: Çalışma ve hayatını idame ettirme, dinlenme, emeklilik, sağlık, barışçı toplanma, seyahat ve mülkiyet gibi sosyal ve ekonomik haklar.
Üçüncü kuşak haklar: Çevre hakkı, barış hakkı, gelişme ve fırsat eşitliği hakları.
Dördüncü kuşak haklar: Internete erişim ve birlikte gelişecek şu anda tartışılan haklar.
III. Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması
Temel hak ve hürriyetlerin bu makale bakımından da en önemli niteliklerinden biri prensip olarak dokunulmaz olmasıdır. Yani, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ancak aşağıdaki unsurlar dahilinde ve bunlara uygun olarak yapılabilir:
Savaş, sıkı yönetim, seferberlik, olağanüstü hal gibi mutlak gerektirici ve yakın bir tehdit bulunmalıdır.
Sınırlama söz konusu tehdidi giderme amaçlı olmalı ve bu amaçla orantılı bir sınırlama yapılmaldır.
Sınırlama kanunla yapılmalı ve sınırlamanın çerçevesi amaç, araç ve süre bakımından belirlenmelidir.
Bu şekilde belirlenen sınırlama, amacını aşmamalı ve amacı dışında kullanılmamalıdır.
2001 yılında Anayasa’da yapılan bir değişiklikle temel hak ve hürriyetlerin kamu güvenliği, ülkenin bölünmez bütünlüğü, özel hayatın ve meslek sırlarının korunması gibi amaçlarla da sınırlanabileceğine ilişkin bir hüküm getirilmiştir.
Temel hak ve hürriyetler ancak bu şekilde sınırlanabilecek olsa da, getirilebilecek kanuni sınırlar bakımından da mutlak anayasal çerçeve vardır.
Savaş ve olağanüstü hallerde dahi kimse düşünce ve kanaatlerinden ötürü suçlanamaz ve bunları açıklamaya zorlanamaz. Herhalukarda, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükler ihlal edilemez.
Hukukumuzda da sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı ve öngördükleri amaç dışında kullanılamayacağı kabul edilmiştir. Burada altı çizilmesi gereken nokta “demokratik toplum/rejim” anlayışıdır. Türkiye, Strasbourg ruhunu, Avrupa Birliği (“AB”) Kopenhag siyasi kriterlerini benimsemekle, yukarıda değindiğimiz uluslararası sözleşmelere taraf olmakla ve AB müktesebatına uyum gayretiyle zaten aslında “demokratik toplum” derken neyi anladğını ortaya koymaktadır. Bu anlayış Anayasa Mahkememiz tarafından da kararlarında atıfta bulunulan batı uygarlığında benimsenen demokrasi anlayışıdır.
Uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükler dediğimizde aklımıza İHEB ve AİHS hükümleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) kararları ve bunlardan kaynaklanan yükümlülüklerimiz gelir.
Ancak, yine temel hak ve özgürlükler çerçevesi içinde olan angaryayı önleme, çocuk işçiliğini önleme, işçi hakları, işçi sağlığı ve iş güvenliği esasları, ağır ve tehlikeli işlerde insani çalışma şartlarına ilişkin standartları getiren Uluslararası Çalışma Örgütü (“ILO”) ve onun sözleşmeleri ve ek sözleşmeleri gibi farklı uluslararası enstrüman ve angajmanlardan kaynaklanan yükümlülüklerimiz de vardır.
AİHS de bazı hallerde temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmasını öngörmektedir. Ancak, AİHM bu kısıtlama şartları testini ulusal varlığı tehdit eden durumlar kavramı üzerinden yapmaktadır. Savaş ve ulusal varlığı tehdit eden sair haller sadece belli bir grubu ya da grupları veya kişi ya da kişileri değil tüm nüfusu tehdit etmeli ve tüm toplumun kamu düzenini ve kamu sağlığını olağanüstü bir boyutta, gerçekleşmesi kesin ve yakın bir tehlike olması halinde bunun temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında meşru zemin teşkil edeceği ilkesini tesis etmiştir.
Hem temel bir hak ve hürriyet olan hem de diğer tüm hak ve hürriyetlerin garantisi olan en önemli husus da hakkı ihlal edilen herkesin siyasi ve ekonomik olarak bağımsız yetkili yargı makamında, kanun önünde idareyle yani kamu otoritesiyle eşit şekilde, idarenin yani kamu otoritesinin işlemlerinin sui istimalini iddia ederek durdurulması ve zararlarının giderilmesini talep edebilmesidir.
İdarenin işlemleriyle yargı denetimine tabi olması erkler ayrılığının bir gereği ve tüm temel hak ve hürriyetlerin garantisidir.
Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından insan haklarının ihlal edilmesini önlemektir.
AİHM kararları da ülkemiz ve insanımız için temel hak ve hürriyetlerin tanımlanması, sınırlandırılması, kullanılması ve idarenin işlemlerinin hukuka uygunluğunun tespiti bakımından çok büyük bir arzetmektedir. Bununla birlikte AİHM kararları cebren icra edilemez, ancak tazminat ile mümkün olduğunca zararları giderme noktasında bir etkisi olur. Ayrıca bir kısım mevzuatımıza göre bir Türk mahkemesinin kararı AİHS’ne aykırı olduğu AİHM tarafından tespit edilmişse, mağdur AİHM kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde yargılanamın yenilenmesini isteyebilir.
AİHM, 1976 tarihli Handyside v. UK kararında ifade hürriyetinin sadece rahatsız edici olmayan bilgi ve fikirlere değil, devleti veya toplumun bir kısmını rahatsız edebilecek veya şoke edebilecek fikir ve yorumlara da uygulanacağını belirterek çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüğü demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurları olarak saymış; çoğulculuğu, ifade ve toplanma ve dernekleşme hürriyetini garantine altına alan, siyasi ve toplumsal farklılıklara izin veren, devletin farklı görüşlere karşı eşit mesafe durmasını ifade eden siyasal tarafsızlık ilkesini demokratik toplumun vazgeçilmez bir unsuru olarak ortaya koymuştur.
IV. Internet Erişimi Temel İnsan Hakkıdır
2003 yılının Aralık ayında yapılan Bilgi Toplumu Dünya Zirvesi’nde, Birleşmiş Milletler Kurucu Belgesi ve İHEB çerçevesinde sürdürülebilir gelişim ve yaşam kalitesini artırma yönünde insanların ve toplumların potansiyellerini azami ölçüde kullanabilmeleri için herkesin bilgi yaratma, bilgiye ulaşma, bilgiyi kullanma ve paylaşma hakkı olduğu ve bu hakları kullanabilmelerini sağlayacak şartların yaratılması hususunda katılımcı devletler, özel sektör ve sivil toplum temsilcileri bir sonuç bildirisi yayınlamışlardır.
Bildiride gelişim hakkının kullanılmasının ayrılmaz bir parçası olan fikir ve ifade hürriyetlerinin ve bu hürriyetlerin hiçbir müdahale olmaksızın, milli sınırlardan bağımsız olarak her türlü media (aracı platform) kullanılarılarak ifade edebilmesi ve paylaşabilmesinin gerekli olduğu belirtilmiştir. İletişim sadece temel bir hak değil aynı zamanda temel bir insan ihtiyacı, toplumsal bir süreç ve toplumsal organizasyonun da temelidir.
Nitekim İHEB dahi daha o yıllarda son derece öngörülü davranarak 19. Maddesinde her türlü media kullanımına atıfta bulunmuştur.
BBC, 2009 – 2010 arasında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 26 ülke ve 14 bini Internet kullanıcısı dahi olmayan 27 bin yetişkin nezdinde yaptığı bir araştırma sonucunda, her beş kişiden birinin yani %79’luk bir kesimin Internet erişimini temel bir insan hakkı olarak gördüğü ortaya çıkmıştır.
Internet’in çok ciddi kısıtlamalarla karşılaştığı Çin’de oran %87 çıkmış, bir başka Internet’le çok sorunlu ülke olan Rusya’dan katılanların %71’i ise Internet’in devlet tarafından düzenlenmemesi gerektiğini belirtmiştir.
Ülkemiz bakımından sonuç çok enteresandır. Internet’e erişimin temel insan hakkı olduğunu düşünenlerin oranı Portekiz hariç tüm Avrupa’dan daha yüksek bir oranla %91 çıkmıştır.
16 Mayıs 2011 tarihi bundan on yıllar sonra hukuk kitaplarına ve literatüre girecek olan bir miladın tarihidir.
BM Genel Kurulu İnsan Hakları Komisyonu, özel raportörünün katkılarıyla hazırlanarak yayınladığı bir raporla Internet erişiminin temel bir insan hakkı olduğunu ve bu sayede insanların fikir ve ifade hürriyetlerini kullanabildiğini ifade etmektedir. Rapordan, bu sonucunun yanında Internet alanı hakların gasp edildiği, insanlara ve toplumlara zarar veren bir alan olsun gibi bir anlam çıkarılamaz, zira raporda daha önce işaret ettiğimiz sınırlandırma koşullarına da yer verilmiştir. Buna göre Internet’e içerik veya erişim bakımından bir kısıtlama yapılacaksa yani bu kısıtlamanın doğrudan sonucu olarak ifade hürriyetine ve başta saydığımız temel hak ve hürriyetlere herhangi bir sınırlandırma getirilecekse, bu sınırlandırmanın sadece tehlikeyi gidermeye yönelik, en asgari şekilde kısıtlayıcı, süre ve çerçevesi belirli şekilde kanunla yapılmalı, amacı dışında kullanılmamalı, başkalarının haklarını ve ulusal güvenlik, kamu düzeni ve kamu sağlığını koruma amaçlı olarak gerekliliği “proven” yani müsbit olmalıdır. Kısıtlamaya ilişkin çıkarılan düzenleme ve bu düzenlemenin uygulaması siyasi ve ekonomik olarak bağımsız yargı denetimine tabi olmalıdır.
Bu çok önemli raporda altı çizilmesi gereken hususlar şunlardır:
Keyfi olarak Internet sitesi veya içerik bloklama ve filtreleme adli veya tamamen bağımsız düzenleyici makam tarafından kanuni sınırlamalara uygun olarak yapılmalıdır. Şahsi yorumuma göre düzenleyici kurumun bu yetkisi ani bloklama veya filtreleme için yargılamayı gerektiren haller dışındaki çocuk pornosu, dolandırıcılık ve terör suçları gibi zararın çok büyük ve hukuk ihlalinin çok açık olduğu hallerle sınırlı olmalıdır.
Meşru fikir ve ifade hürriyeti kullanımları ceza hukuku kapsamından çıkarılmalıdır. Bu konuda ülkemizdeki durum ele alınırken çok çarpıcı bir örnek olan Fazıl Say davası örneğini ele alacağız.
Hizmet sağlayıcılara gayrı makul sorumluluklar yüklenmemelidir. Internet hizmet sağlayıcıları dediğimiz, erişim sağlayıcılara ve hizmet sağlayıcılara, Internetteki içeriği kendileri sağlıyormuşçasına hukuki ve cezai sorumluluklar yüklenmekte ve bu sorumluluklar çerçevesinde hizmet sağlayıcıların yöneticileri cezai sorumlulukla yargılanmakta veya hukuki sorumluluklar ve idari cezalar söz konusu olabilmektedir. Bu konuyu da ülkemiz çerçevesinde aşağıda ele alacağız.
Yetersiz mahremiyet ve gizli bilgi koruması. Mahremiyet de bir insan hakkıdır. Ne yazık ki kişisel bilgiler, hassas bilgiler, gizli bilgiler, tıbbi bilgiler, ticari sırlar gibi hususlar ve bunların saklanması ile korunmasına ilişkin ülkemizde spesifik düzenlemeler bulunmamaktadır. Bu da sadece Internet ve temel haklar bakımından değil her bakımdan büyük sorunlar yaratmaktadır. Devletlerin veya şirketlerin, kişilerin Internet veya sair araçlar üzerinden yaptıkları veri alış verişini gözetlemeleri ve kullanmaları, trafik bilgilerinin tespiti gibi hususlar tüm dünyada ortak bir sorundur.
Netice itibarı ile BM’in bu raporu dünyada büyük bir yankı uyandırmış ve heyecanla karşılanmıştır.
“Internet’in Babası” olarak adlandırılan, Google başkan yardımcılarından ünlü Vinton Cerf bu raporu New York Times’daki bir yazısı ile değerlendirmiştir. Internet’in mutlaka geliştirilmesinin, yayılmasının ve korunmasının insanlık için yapılması gereken bir şey olduğunu ancak Internet’e erişimin temel bir insan hakkı olmadığını yazmıştır.
Bunu yazarken bir zamanlar bir ailenin atı olmadan hayatlarını idame ettirmekte büyük zorluklar çekeceğini belirtmiş, o dönemde hayatı idame ettirmenin bir hak olduğunu ancak at sahibi olmanın başlı başına bir hak olmadığını belirterek bir mukayese yapmıştır. Ki ben de kendisine saygı duymama ve bunu yazdığı dönemlerde kendisiyle de birlikte çalışıyor olmamıza rağmen bu fikri ve mukayeseyi saçma bulmuştum ve bu görüşlerine iştirak edememiştim. Neticede bugün eğitim, sağlık, hayat için elzem olan iletişim ve bilgiye ulaşma, ifade ve fikir ve tabii ki basın hürriyeti için Internet olmazsa olmaz bir şarttır.
İyi niyetli, doğru ve dengeli var olan veya iyi niyetle getirilmek istenen hakların lüks veya bol görünmeye başlanarak özgürlük alanların daraltma hevesi veya temayülü otokratik bir yaklaşımdır ve insan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin temel felsefesi ile çelişir.Nisbeten daha özgürlükçü olan 1961 Anayasası lüks görülmeye başlandıkça zaman içinde törpülendi. 12 Eylül 1980’de darbe ile 61 Anayasası dönemi sona ermeden önce yapılan müdahelelerle değişikliklere uğratıldı.
Nitekim, Uluslararası Af Örgütü de Cerf’in insan hakları algısının çok dar olduğunu belirmiştir. Kendi verdikleri bir örnekte nasıl ki bir kişinin bir şehrin meydanına veya merkezine fiziksel erişimi olmadan, gösteri ve toplanma hakkını kullanamayacaksa, Internet’e erişim olmadan da ifade hürriyeti, basın hürriyeti ve eğitim hürriyetinin kullanılmasının imkansız ve anlamsız olacağını anlatmaya çalışmışlardır.
Nihayet, AB Parlamenter Meclisi 4 Mart 2014’te Internet erişiminin, ifade hürriyetinin, eğitim hakkının, kültürel hayatta yer alma hakkının, siyasi hakların, toplanma, örgütlenme ve dernekleşme haklarının kullanılabilmesini gerçekleştiren bir olgu olduğunu kabul etmiştir. Internet’i bu sebeple AİHS’nin 10. Maddesi çerçevesinde değerlendirdiklerini bildirmiştir.
AB, BM’e ve üye devletlere de bu konuda uyum halinde kodifikasyon çağrısı yapmıştır. Estonya, Finlandiya, Fransa gibi ülkeler Internet erişimini temel bir hak olarak kabul edip kendi iç mevzuatlarına dercetmişlerdir.
V. Batı’da Internet ve İletişim Skandalı
İdarenin işlemlerinin yargı denetimine tabi olması ve bireysel hakların korunması demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün conditio sine quo non’u yani, olmazsa olmaz şartıdır.
Ancak bu yaklaşımın en eskiye dayandığı batılı ülkelerde dahi son yirmi yıldır yargıçlar temel hakların sınırlanması noktasında hukuk ile çoğunlukçu yasama faaliyeti arasında sıkışmıştır. Bu çelişki tüm ülkelerde benzer özellikler arzetmektedir.
Özellikle internet ve telekomünikasyon noktasında devlet gücününün sui istimali veya devletin kişilik haklarının ihlalleri 2013 yılında büyük bir skandal ile zirveye çıkmıştır.
Edward Snowden’ın 2013’te başlattığı bilgi akışı sayesinde dünya inanılması güç bazı gerçeklerin farkına varmaya başlamış ve bu gerçekler ABD’yi ve Birleşik Krallığı 2014 itibarı ile Sınır Tanımayan Gazetecilerin “Internet Düşmanı Ülkeler” listesine sokmuştur.
ABD’nin başta Birleşik Krallık olmak üzere Almanya, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zellanda ile çok ciddi bir Internet ve iletişim gözetlemesi ve milyonlarca doküman ve varılan teknoloji itibarı ile akılların alamayacağı büyüklükte veri topladıkları ortaya çıkmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonunda kurulan içinde ABD, Birleşik Krallık, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zellanda’nın bulunduğu Five Eyes isimli istihbarat ağı yürüttüğü ortak veya ulusal istihbarat programlarıyla milyonlarca Amerikalı’nın ve Amerikalı olmayan Internet kullanıcısının metadata ve içerik paylaşımlarını, gözetlediği ve topladığı ve telefonlarını dinlediği ortaya çıkmıştır.
Bu gözetlemelere ve dinlemelere Hotmail ve MSN Messenger’ın sahibi Microsoft, British Telecom, Verizone ve Vodafone gibi şirketin ticari ortak olarak katıldıkları ortaya çıkmıştır.
Örneğin Guardian, çok gizli bir mahkeme kararına istinaden National Security Agency’nin (“NSA”) 120 milyon Verizone abonesinin telefon kayıtlarını toplandığını ortaya koymuştur.
NSA yürüttüğü PRISM adındaki gözetleme programı çerçevesinde bilinemeyen sayıda Amerikalı’nın ve diğer ülke vatandaşlarının e-maillerini, video görüşmelerini, chatlerini Google, Microsoft, Yahoo, Apple gibi devlerin veri merkezlerine veri taşıyan iletim sistemlerine sızmak suretiyle yüzmilyonlarca kullanıcıdan medata ve içerik toplama kabiliyeti kazanmış ve yine tam olarak bilinemeyen hacimde bilgi depolamıştır. Aynı tarz bir gözetleme sistemini Birleşik Krallık da MUSCULAR adı ile tesis ederek benzer istihbarat faaliyetleri gerçekleştirmiştir.
Bu ortaya çıkan skandalın tam boyutunu her yönüyle anlatmak bu makalenin amacının dışındadır. Neticede, o demokratik toplum standardını belirleyen batı yüzmilyonlarca vatandaşının ve vatandaşı olmayan Internet kullanıcısının iletişim özgürlüğünü ve mahremiyetini ihlal etmiştir.
Bu faaliyetlerin savaş tam-tamları çalan bir neo-con olmakla suçlanan Cumhuriyetçi George W. Bush veya selefi bir Cumhuriyetçi başkan döneminde değil de, Demokrat ve ABD tarihinin ilk siyahi başkanı Obama döneminde yapılmış olması da kaderin acı bir cilvesidir.
Bütün bu süreçler kaçınılmaz olarak bir takım hukuki sonuçlar doğurmuş ve çok ilginç iki mahkeme kararı ortaya çıkmıştır.
Klayman v. Obama davasında Verizon aboneleri Karry Klaman’ın açtığı davaya müdahil olmuşlardır. 16 Haziran 2013’te Federal Hakim Richard Leon verdiği kararla uygulamanın yüksek teknolojinin ihlali bakımından daha keyfi ve rastgele kullanılamayacağını, uygulamanın ABD anayasasını ihlal ettiğini ve herhangi bir yakın ve ciddi bir saldırıyı önlediğine dair de herhangi bir delil de bulunmadığını ifade etmiştir.
Hükumetin topladığı bilgilerin imha edilmesine karar verilmiş olmasına rağmen, kararın yürütmesi ABD hükumetinin çok ciddi milli güvenlik sebeplerini ve anayasaya uygunluk denetiminde durumun özellik arzettiği sebebiyle yaptığı temyiz başvurusu ile durdurulmuştur.
Bu arada Amerikan Temel Haklar Birliği ile New York Temel Haklar Birliği, Ulusal İstihbarat ve NSA direktörleri ile bir kısım üst düzey ilgili bürokrat aleyhine dava açmıştır.
ACRU v. Clapper davasında, Federal Hakim William Pauley, NSA tarafından telefon şirketlerinden alınan verinin telefon şirketleri tarafından mahkeme kararına istinaden veya ihtiyaren işbirliği çerçevesinde verildiğini ve Anayasa’nın Dördüncü Maddesi (Fourth Amendment Rights) çerçevesinde kullanıcıların bir gizlilik beklentisi içinde makul olarak bulunamayacaklarını belirtmiştir.
Hakim ayrıca bu uygulamanın başarılı olduğunu, bir takım terörist saldırıları önlediğini, NY metrosuna bombalı saldırı planlayan Najibullah Zazi’nin, New York Borsası’na bombalı saldırı planlayan Khalid Ouzzani’nin bu çalışmalar sayesinde tespit edildiğini belirterek, yargılama sonucunda davayı reddetmiştir.
Bu iki karar açık şekilde çelişki yaratmıştır.
VI. Ülkemizde Internet
Ülkemiz hiçbir ülkenin özgürlüğünü de, hukuk sistemini de, cezasını da taklit etmek, başkasına benzemek zorunda değildir. Türkiye, en özgür diye bildiğimiz ülke kadar özgür olabilirken, aynı zamanda gerçek suçla en etkin mücadele eden ülke kadar dirayetli ve güçlü de olabilir. Hukuk sistemimizde ve uygulamamızdaki bir kısım problem yabancı mevzuatın üzerine oturduğu felsefe, kültür ve tarihi hiç anlamadan, hatta çoğu zaman niye çıkarıldığını dahi bilmeden sırf çıkarmış olmak için çıkarılan ve çoğu zamanda bazı menfaatler gözetilerek içlerine garip hükümler serpiştirerek işimize geldiği gibi çıkarmamızdan kaynaklanmaktadır.
Alt yapı olan hukuka yaklaşım kesinlikle bu şekilde olmamaldır.
Türkiye bugün filtreleme ve bloklama sonucu sayısı tam olarak bilinemeyen ve öğrenilemeyen on binlerce web sitesine ulaşılamayan, Gezi Direnişi esnasında attığı tweet’ler sebebiyle göz altına alınan öğrencilerin olduğu, Türkiye’de ne kurumsal varlığı olan ne de herhangi bir sunucusu olan hizmet sağlayıcılara getirilen kayıt zorunlulukları, şu an ilk seçilmiş Cumhurbaşkanımız tarafından sosyal medyanın müteaddit defalar bir baş belası olarak nitelendiği bir ülkedir.
Türkiye’de 2013 yılında, dünyaca ünlü bir Türk piyano virtüözü ve bestecisi Fazıl Say, bir 12. Yüzyıl şairi, matematikçisi, filozofu ve astronomu olan Ömer Hayyam’dan yaptığı bir alıntı ile attığı “tweet” sebebiyle halkın bir kısmının kutsal değerlere hakaret ettiği gerekçesiyle 10 ay hapisle cezalandırılmıştır. Hem de kendisi bir şiir okuduğu için hapse fiilen girmiş bir Başbakan’ın hükûmetinin 10. yılında.
20 Haziran 2013’te Resmi Gazete’de Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem planı yayınlanmıştır.
Eylem planı açıkça Internet’te anonimlik ve inkâr edilebilirlik zaafiyetleri olduğundan söz etmekte ve bunlarla mücadele amacı gütmektedir. Siber güvenlik alanında paydaş kurumlar arasında ulusal koordinasyon eksikliğini risk olarak ortaya koyan madde gibi bir kısım parametrelerin anlamı tam olarak açık değildir. Uluslararası işbirliği ve bilgi paylaşımı için diplomatik, teknik ve kolluk iletişim kararlarının sürekli ve etkin kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Belgenin en can alıcı noktaları ise, Internete olumsuz ve şüpheli gözle bakarken 2013-14 döneminde “gerekli” mevzuatların çıkarılacağını, adli süreçler için “kayıt” mekanizmalarının kurulacağının belirtilmesi, siber olaylara müdahale organizasyonu oluşturulacağını ifade etmesi. Faaliyet Planı Eylül 2013’te kanun yapım çalışmalarının tamamlanacağını öngörmektedir. Siber olayların delillendirilmesinde MİT, Jandarma, Emniyet Müdürlüğü, TÜBİTAK ve BTK sorumlu kuruluşlar olarak gösterilmektedir.
Nitekim, kamuoyunda Internet Kanunu olarak bilinen 5651 Sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da (“5651 S.lı Kanun”), MİT Kanunu’nda, HSYK Kanunu’nda ve en son 10 Eylül 2014 tarihinde yasalaşan Torba Kanun içinde 5651 S.lı Kanun’da yapılan değişikliklerle Eylem Planında öngörülen tüm bu “geliştirmeler” yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir.
Ülkemizde Internet üzerinden işlenen suçlarla mücadele konusunda özel hüküm getirme ve Avrupa Birliği mevzuatı ile uyum sağlama ihtiyaçları kabul tarihi 4 Mayıs 2007 olan 5651 Sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’la giderilmeye çalışılmıştır.
5651 Sayılı Kanun gerek teknik ve hukuki gelişmeler gerekse suçla mücadele noktalarında son derece yetersiz kalmış ve özetle yanlış tanımlar getirmiş, katalog suçları yanlış belirlemiş, idareye yargılama gerektiren bir takım yetkiler vererek anayasal yetki gaspına sebebiyet vermiş, Uyar – Kaldır yöntemini çok yetersiz şekilde düzenlemiştir.
Ne yazık ki 5651 Sayılı Kanunun yorumlanması ve uygulanması mahkemeden mahkemeye farklılık göstermekte, kanunu uygulamakla yükümlü kurumlar tarafından çok sınırlı anlaşılabilmekte ve sonuç olarak uygulamasında büyük eksiklikler yaşanmaktadır. Konunun teknik mahiyetinin yanı sıra, itiraf etmeliyiz ki bazen bu kanun işe gelindiği gibi uygulamak ve haber alma hürriyeti ile ifade hürriyetini sınırlamak gibi niyetleri de gözlemlenmektedir.
YouTube’a Türkiye’den erişim, 2007 ile 2010 yılları arasında verilen çeşitli mahkeme kararlarıyla toplamda iki yıl kadar engellenmişti. YouTube’un kapatılmasına sebep olan içerikler, dünyanın her yerinden ulaşılabilir iken, devekuşunun kafasını kuma gömmesi misali absürd bir biçimde sadece Türkiye’den ulaşılamaz hale getirilmiştir.
Google Sites, her bireyin ve işletmenin tamamen ücretsiz olarak ve profesyonel yardım almadan kendi web sitesini kurmasına imkan sağlayan bir üründür. 2009 ortasına kadar ülkemizde milyonlarca kişi ve işletme Google Sites’ı hem web sitelerini kurmak için, hem de bu kurulmuş olan sitelerden faydalanmak için kullanmakta iken, Google Sites alanının (ürününün) tamamına erişim milyonlarca web sitesi içinde sadece tek bir sitede bulunan içerik sebebiyle tamamen engellenmiştir. Bir sabah uyandıklarında binlerce web sitesi sahibi sitelerine ulaşamaz olmuş, kullanıcılar binlerce siteden elde ettikleri içeriklere de ulaşamaz olmuştur.
Yargı süreci içinde bu karar en sonunda AİHM’nin önüne gelmiş ve AİHM 18 Aralık 2012 tarihli ve 3111/10 sayılı kararıyla, 5651 sayılı Kanun’un 8. Maddesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesine aykırı bulmuş, kanunun demokratik hukuk devletinin sağlaması gereken hukuki korumayı sağlamadığını belirtmiş ve Türkiye’yi kınayarak, tazminata mahkûm etmiştir. Bu karara rağmen bu alana Türkiye’den erişim halâ yasaktır.
Ne yazık ki ülkemizde yer sağlayıcı dediğimiz, içeriği kendisi oluşturup yüklemeyen ancak sadece platformu sağlayan YouTube, Blogger, Blogspot gibi tüzel kişiler, uygulamada yazıyı yazan, videoyu çeken ve bunları platforma yükleyen içerik sağlayıcısı imişçesine sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.
Mevzuatımız yer sağlayıcı için platforma yüklenen içeriği denetleme yükümlülüğü öngörmemesine rağmen (sadece YouTube’da saniyede yüklenen 100 saatlik içerik nasıl denetlenebilir?) mahkemeler uygulamada kanuna açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde bu yönde kararlar verebilmektedir.
Uyar – kaldır dediğimiz bir içeriğe erişimi engellemek üzere yargıya başvurmadan önce yapılacak ihbar sistemi çok muğlaktır ve uygulanmamaktadır.
Müstehcenlik, hakaret suçu, siyasi söylem gibi kavramların yorumlanmasında standart bulunmamakta ve haber alma hürriyeti ile kamu yararı faktörlerinin değerlendirilmesinde sorunlar hissedilmektedir. Müstehcenlik gibi herkese göre farklı olabilecek bir kavram katalog suç tipi iken terör suçu, ağır mali suçlar, ticaret ve finans hayatını etkileyecek sermaye piyasası ve bankacılık suçları, kamu sağlığını ve düzenini etkileyecek suçlar gibi konuların katalog suçlar içinde bulunmaması anlaşılacak gibi değildir.
Yıllardır bizler dahil uygulamacılar, akademisyenler ve Internet aktörleri 5651 Sayılı yasanın ve ilgili mevzuatın düzeltilmesi için çok önemli girişimlerde bulunmuş, sayısız toplantılar yapmış, değişiklik tekliflerini ilgili makamlara iletmiştir. İyi niyetle tüm ülke bunların dinlenmesini ve bunun üzerine ülkenin ekonomik, sosyal, hukuki ve eğitim menfaatlerine yönelik adımlar atılmasını beklerken ne yazık ki dün gece yarısı itibarı ile bu beklentilerimizin sonu hüsran olmuştur.
7 Ocak 2014 Salı günü öğleden sonra TBMM Plan ve Bütçe komisyonunda görüşülmeye başlanarak, gece yarısına doğru Genel Kurul’a sunulma kararı alınan “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” isminde bir Torba Yasa’nın 92. ile 108. Maddeleri ile 5651 Sayılı Kanun değiştirilmiş aynı hafta içinde kanun ikinci bir defa daha değiştirilmiştir.
Zaten hemen her tarafında ciddi problemler olan 5651 Sayılı Kanunun, Torba Yasa ile getirilen yeni hükümlerinin hepsi de çok ciddi problemlere gebe hatta bence Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilir niteliktedir.
Özetle ifade etmek gerekirse,
Mahkeme eğer arzu edilen amaca ulaşamayacağını düşünürse sadece URL (sayfa sayfa) bazlı değil, bütün bir web sitesine veya Internet hizmetine (YouTube, Facebook, Twitter, Ekşi Sözlük, Vimeo gibi) erişimi engelleyebilir. Diğer bir deyişle, YouTube, Facebook, Twitter farklı kullanıcılar tarafından defalarca yüklenen videolardan ötürü tamamen kapanabilir.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (“TİB”) Başkanı, re’sen ve tamamen kendi takdiriyle özel hayatın ihlâli olarak nitelediği bir sitenin kapatılmasını emredebilir. Bu emrini Erişim Sağlayıcılar Birliği’ne (“Birlik”) gönderir ve Birlik bu emri derhal ve her halukarda en geç dört saat içinde uygulamak zorundadır. Başkan bu kararına 24 saat içinde mahkemeden onay almalıdır. Mahkeme kararını 48 saat içinde vermek zorunda olacaktır.
Özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden kimse mahkemeye dahi gitmeden doğrudan TİB’e içerikten çıkarma talebiyle başvurabilir. TİB bu talebi Birlik’e gönderir. Birlik bu talebi derhal ve her halukarda en geç dört saat içinde uygulamak zorundadır. Başvuruyu yapan kimse 24 saat içinde kapatılma uygulaması için mahkemeden onay almalıdır.
Özel hayatının gizliliği dışında sebeplerden mağdur olduğunu iddia eden kimse doğrudan mahkemeye başvurabilir. Mahkeme talep ile ilgili 24 saat içinde içeriği koyanı ve yer sağlayıcıyı (YouTube, Facebook, Twitter vb.) dinlemeden karar verir. Ancak kapatılma kararından sonra içerik veya yer sağlayıcı bir üst mahkemeye itiraz edebilir.
Internet Yasası’na aykırılık ile ilgili konuları inceleyecek olan Sulh Ceza Mahkemesi, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bugünkü onayı sayesinde artık Adalet Bakanı’na yani hükûmete bağlanan HSYK tarafından belirlenir.
Erişim Sağlayıcılar, bir özel hukuk tüzel kişisi mahiyetinde olacak olan Erişim Sağlayıcılar Birliği’ni kurmak zorundadır. Birlik’e katılmayan erişim sağlayıcının lisansı iptal edilir.
Yer sağlayıcılar iki yıla kadar trafik bilgisini (IP adresi, hizmetin başlangıç ve bitiş zamanını, yararlanılan hizmetin türünü, aktarılan veri miktarını, abone kimlik bilgilerini) iki yıla kadar saklamak zorundadır. Siber güvenlikle ilgili bilgileri (?) TİB yer sağlayıcıdan isteyebilir.
Yukarıda açıklanan yirmidört saatlik süreler 10 Eylül 2014 tarihinde yürürlüğe giren yine bir Torba Yasa hükmüne göre dört saate indirilmiştir. Bu düzenleme bütün sektör aktörlerinden, üniversitelerden ve halktan adeta gizlenerek bir gün ansızın bir Torba Yasa teklifi olarak TBMM önüne gelivermiştir.
5651 Sayılı Kanunun yanlışlarını ve eksiklerini yıllardır Sayın Başbakan dahil herkese her ortamda anlatmış olmamıza, görüşmek, tartışmak, yardımcı olmak amacıyla yeni hüküm, düzenleme ve uygulama tekliflerini yazılı olarak iletmiş olmamıza rağmen ne yazık ki tüm bu girişimlerimiz tamamen göz ardı edilmiştir.
Bilişim ve teknoloji ülkesi olacağız, bilişim yatırımlarını artıracağız, Fatih Projesiyle teknolojiyi ilk öğretime indireceğiz derken var olan bilişim ve teknoloji yatırımlarını kaçıracak, zaten çok büyük belirsizlikler ve yanlışlar içindeki sektörü gerçek bir kaosa sürükleyecek bir düzenleme yapılmaya çalışılmaktadır. Müstehcenlik, nefret suçu, özel hayatın ihlali gibi kişiden kişiye, yerden yere, zamandan zamana değişebilecek münferit olarak her davada mahkelemeler tarafından ayrı ayrı ele alınması gereken en müphem kavramlar idareye filtreleme ve sansür bahanesi olarak sunulmakta ve yargı denetiminden çıkmaktadır. Yukarıda gerekçeleri ile belirttiğimiz üzere zaten ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, Anayasaya ve erkler ayrılığına aykırı olan 5651 Sayılı Kanun düzeltilmesi gerekirken, ülkemizi hem ekonomik hem de hukuki bakımdan çok zor durumda bırakacak hükümler içerirken, diğer yandan da ne yazık ki tüm temel hak ve hürriyetleri de ihlal etmektedir.
Nitekim son olarak 30 Mart 2014 tarihli Yerel Seçimlerden hemen önce hem Twitter hem de YouTube tamamen hukuki temelden yoksun olarak kapatılmıştır. Her iki hizmet / web sitesi de ancak Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurunun kazanılmasıyla yeniden açılabilmiştir. Kapatılmalarına yol açan potansiyel sebepler üzerinde spekülasyon yapmak yerine, bu konuyu düşünmeyi okuyucuya bırakarak Anayasa Mahkemesi kararının içeriğine değinmekte yarar görüyoruz.
Anayasa Mahkemesi, verdiği gerekçeli kararda, TİB’in Twitter’a erişimin tümüyle engellenmesine ilişkin kararının, ilgili kanun hükümlerine açık aykırılık oluşturduğunu, ayrıca bu yönde herhangi bir mahkeme kararı olmadığı gibi Ankara 15. İdare Mahkemesi’nin engelleme kararının yürürlüğünü durduran kararının da idare tarafından uygulanmadığına işaret etmiştir.
Mahkeme, Internet’in modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sahip bulunduğu belirtilerek, Internetin sağladığı sosyal medya zemini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez nitelikte olduğu tespit etmiştir.
Mahkeme, sosyal paylaşım sitesine erişimin kanuni dayanağı olmaksızın ve sınırları belirsiz bir yasaklama kararı ile engellenmesinin demokratik toplumların en temel değerlerinden biri olan ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturduğunu, kamu otoritesince yapılan müdahalenin haklı sebeplere dayanması, hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması sırasında hakların özüne dokunulmaması ve ölçülü olunması gerektiğini belirtmiştir.
Ülkemizde Internet üzerinden işlenen suçlarla mücadele konusunda özel hüküm getirme ve Avrupa Birliği mevzuatı ile uyum sağlama ihtiyaçları kabul tarihi 4 Mayıs 2007 olan 5651 Sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’la (“5651 Sayılı Kanun”) giderilmeye çalışılmıştır.
Ancak bir önceki yazımda belirttiğim gibi 5651 Sayılı Kanun son derece yetersiz kalmış ve özetle yanlış tanımlar getirmiş, katalog suçları yanlış belirlemiş, idareye yargılama gerektiren bir takım yetkiler vererek anayasal yetki gaspına sebebiyet vermiş, Uyar – Kaldır yöntemini çok yetersiz şekilde düzenlemiştir.
Nitekim bir önceki yazımda sebebine detayla değindiğim üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılığı da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) tarafından da tespit edilmiştir.
Yıllardır bizler dahil uygulamacılar, akademisyenler ve Internet aktörleri 5651 Sayılı yasanın ve ilgili mevzuatın düzeltilmesi için çok önemli girişimlerde bulunmuş, sayısız toplantılar yapmış, değişiklik tekliflerini ilgili makamlara iletmiştir. İyi niyetle tüm ülke bunların dinlenmesini ve bunun üzerine ülkenin ekonomik, sosyal, hukuki ve eğitim menfaatlerine yönelik adımlar atılmasını beklerken ne yazık ki dün gece yarısı itibarı ile bu beklentilerimizin sonu hüsran olmuştur.
7 Ocak 2014 Salı günü öğleden sonra TBMM Plan ve Bütçe komisyonunda görüşülmeye başlanarak, gece yarısına doğru Genel Kurul’a sunulma kararı alınan “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” isminde bir TORBA YASA’nın (“Torba Yasa”) 92. ile 108. Maddeleri ile 5651 Sayılı Kanun değiştirilecektir.
Zaten hemen her tarafında ciddi problemler olan 5651 Sayılı Kanunun, Torba Yasa ile getirilecek yeni hükümlerinin HEPSİ de çok ciddi problemlere gebe hatta bence Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilir niteliktedir.
MADDE İKİ:
Tanımlar başlıklı İkinci Madde’ye suç teşkil eden içeriğe aynı anda hem “erişimin engellenmesi” hem de bunu “içerikten çıkarma” önlem veya sonuçları bağlanarak bir karışıklık yaratılmıştır. Suç teşkil eden içeriğe erişimin engellenmesi korunmak istenen hukuki menfaat bakımından yeterli olabilecek iken içerikten çıkarma öngörülerek bir içeriğin global olarak tüm dünyadaki Internet alanında yok edilmesi sonucu doğurulmuştur. Bu durum Türk hukukunun uygulama alanı olan sınırlarımız yani hükümranlık alanımız dışına taşmaktadır. Bu şekilde bir zorunluluğa tabi olan hiçbir yabancı veya yerli yer sağlayıcı ülkemizde çok pahalı olan sunucular, bilişim alt yapıları, iletim ve iletişim altyapıları kurarak yatırım yapmaz. Bu yatırımı yaptıktan sonra Türkiye’yi merkez seçerek bölgesel veya global bir bilişim hizmeti (yer sağlayıcılık, sair hizmet sağlayıcılıkları, bulut bilişim, iletişim vs) vermez. Bu durum dijital ekonomimizi, ülkemizi bir bilişim yatırım cazibe merkezi olmaktan çıkaracak ve mevcut aktörleri de kaçıracaktır. Gelişmiş ülkelerde toplam ticaret hacminin %12’sine varan dijital ekonomi, ülkemizde saplandığı %1,5’ları aşması zorlaşacaktır.
Getirilen diğer tanımlar ile URL, Uyarı yöntemi ve Erişim Sağlayıcıları Birliği kavramları tanımlanmak istenmektedir. Bunlara aşağıda değineceğim.
MADDE ÜÇ:
Bildirim yükümlülüğü isimli Üçüncü Madde ile gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında faaliyet yürütenlere Internet sayfalarında tespit edilebilen basit bir e-mail adresinden bile geçerli tebligat yapılabilmesi düzenlenmektedir. Bu durum gerek tebligat mevzuatımız ile gerekse taraf olduğumuz iki ya da çok taraflı uluslararası anlaşmalarla korunmaya çalışılan hukuki menfaatleri ve tebligat güvenliğini ihlal eder niteliktedir. Geçerli tebligata bağlanan süreler ve süreçler Internet üzerinde bulunan basit bir e-mail adresine gönderilecek bir e-mail ile sağlanması hukuki güvenliği derinden zedelemektedir. O e-mail’in gidip gitmediği, ulaşıp ulaşmadığı, ulaştıysa ne zaman açıldığı, açıldıysa tebellüğ yetkisi sahibi tarafından alınıp alınmadığı belli kayıt yöntemleri olmadan anlaşılamaz.
Kaldı ki yurt dışında bulunan bir hizmet sağlayıcıyı bu şekilde temerrüde düşürmek, bu şekilde hukuki sorumluluk doğurucu işleme ve yargılama usullerine (hak düşürücü süreler, zaman aşımları vs) tabi kılmak, bu süjelerin ülkelerinin kamu hukukuna da aykırı düşerek uygulanmaz hale gelebilir.
MADDE DÖRT:
Bu madde ile içerik sağlayıcı, idarenin talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde idareye teslim etmesi ve idarece bildirilen tedbirleri alması öngörülmektedir. Hükmün içeriği talep edilen bilginin mahiyeti gibi talep usulü de bir kanundan beklenecek belirginlikte değildir. Bilginin hassas bilgi, şahsi bilgi, gizli bilgi, ticari sır ve sair çeşitleri vardır. Hangi bilginin hangi yöntemle talep edileceği, tedbirlerin ne olabileceği bireysel hakların ve mahremiyetin korunması, doğru uygulama için elzemdir. Bu kadar genel bir ifade hiçbir anlam vermemekte hiçbir sınır çizmemektedir.
MADDE BEŞ:
Yer sağlayıcıya iki yıla kadar içerik saklama yükümlülüğü getirilmesi suçla mücadele bakımından olumsuz değildir. Ancak maliyet artırıcı ve yatırımı olumsuz etkileyici yönü olur. Yine de suçla mücadele bakımından bu hükmü olumsuz karşılamıyoruz. Bununla birlikte bir yıl mı iki yıl mı kanun bunu göstermeli bu kadar küçük bir yıl gibi bir detayı yönetmeliğe bırakmamalıdır.
Bu madde ayrıca Yer Sağlayıcılar’ın bir yönetmelikle kategorize edileceğini öngörmektedir. O zaman burada genel tanımının dahi yapılması anlamsız kalmaktadır. Yer sağlayıcıların kimin tarafından çıkarılacağı dahi gösterilmemiş olan bir yönetmeliğe bırakılması Internet aktörleri arasında eko sisteme en fazla katkıda bulunan yer sağlayıcılarının önemine oranla yanlış olduğu gibi, normlar hiyerarşisine de aykırıdır ve idareye gayrimakul bir takdir hakkı ve keyfi hareket alanı tanımaktadır. Kategorizasyon yapılacaksa da mutlaka sektörün aktörlerine ve hukukçulara danışılmalı, gelişmiş ve çağdaş ülkelerin hukukları çok detaylı olarak incelenerek bu kategorizasyon yönetmelikle değil Kanun ile yapılmalıdır.
İdare tarafından yer sağlayıcılara on bin ila yüzbin Türk Lirası arasında ceza verilmesi, Cezaların öngörülebilir ve orantılı olma prensibine aykırıdır. Ceza Mahkemeleri bile, alt veya üst sınırdan para cezası verirken fiilin tekerrürü, işlenme şartları, işleyenin durumu vb bir çok parametreyi göz önünde tutup, gerekçe göstermesi gerekirken idari bir kuruma hem fahiş, hem de keyfi olabilecek, arasında 10 kat farklı sınırlar arasında bir para cezası yetkisi verilmesi ceza politikaları tarafından da yanlıştır.
MADDE ALTI / A:
Kanun’a bu maddeyle tamamen yeni bir kurum tesis edecek şekilde Erişim Sağlayanlar Birliği getirilmektedir. İronik bir biçimde Erişim Sağlayanlar Birliği’nin tek amacı ise erişimi ENGELLEMEKTİR! Böyle bir Birliğin kurulmasını icbar etmeden önce varlık sebebini, amacını, uygulamasını ve sonucunun değerlendirilmesi gerekirdi. Türkiye’de kaç tane gerçek anlamda erişim sağlayan vardır? Bunların piyasadaki hakimiyet oranları nedir? Herbirine gerekli alt yapıya katılmak zorunluluğu verilmiş olsa da bu katkı ve sorumluluk payı nasıl paylaştırılacaktır? En fazla gelir elde eden hâkim bir erişim sağlayıcı ile çok daha ufak bir erişim sağlayıcı nasıl olur da yatırımdan, alt yapıdan ve hukuki sorumluluktan eşit olarak mükellef tutulabilir? Bugün olmayan ancak bundan üç yıl sonra faaliyete geçecek bir erişim sağlayıcının durumu ne olacaktır, bu konulara nasıl katılacaktır?
Bu birliğe üye olmayana erişim sağlayıcılık lisansı verilemeyerek devlet eliyle sektör dışına itilmesi hem rekabet hukuku bakımından sorunlar doğurmaktadır hem de hem de böyle bir erişim sağlayıcının müktesep hakkını ihlal etmektedir.
MADDE SEKİZ:
Esas olarak sekizinci madde AİHM tarafından bundan bir yıl önce AİHS’nin 10. Maddesine AYKIRI bulunmuş, hatta “kanun olma” vasfını taşımadığı tespit edilmiştir. Bu itibarla zaten tamamen çağdaş ve doğru şekilde değiştirilmesi gerekmektedir. Uluslararası sözleşmelerle belirlenen standartlara göre ve Anayasamıza uygun şekilde değişmesi gerekirken Torba Yasa ile sekizinci madde daha da beter hale getirilmiştir.
Sekizinci madde ile öngörülen katalog suçlar dediğimiz liste tahdidi midir, tadadi midir? Bunlar dışındaki suçlar işleniyorsa, kanunun lafzından da anlayabileceğimiz gibi erişim engellenMEMELİ midir? Engellenecekse niye sadece engellenecek suç tipleri sayılmıştır ve niye diğerleri bunun içinde yoktur? Engellenmeyecekse niye uygulamada engellenmektedir? Bu sorular her zaman cevapsız kalmıştır.
Sekizinci maddede katalog suç olarak belirlenerek erişimin engelleneceği söylenen suç tiplerinin dışında terör suçları, mali suçlar (dolandırıcılık, zimmet,) bankacılık ve sermaye piyasalarına ilişkin suçlar, fikri mülkiyetlere ilişkin suçlar, hakaret suçu, kamu sağlığını ve kamu düzenini ihlal eden suçlar gibi çok daha ağır, yaygın ve gecikmesinde zarar doğacak olan suçlar hakkında erişim engellenmesine ilişkin hüküm bulunmamaktadır.
Yukarıda belirttiklerime mukabilen Torba Yasa ile nefret suçu adı altında bir suç tipi getirilmektedir ancak bu düzenleme ceza kanununda vardır. Buna rağmen bu hükmün sekinci maddeye getirilmesi (ve aşağıda değineceğim özel hayatın ihlali konusu) katalog suçlar dışında kalan suç tiplerinde erişimin engellenmeyeceği, içerikten çıkarma yapılmayacağı yönünde adeta kanun koyucunun niyetinin teyidi anlamına gelmektedir! (NOT: Nefret suçu konusu son metinden çıkarılmıştır.)
Katalog suçlar tamamen kaldırılması veya en azından doğru belirlenmesi gerekirken ceza hukukumuzda zaten var olan nefret suçunun tek başına tekrar katalog suçlara dahil edilmesi suçla mücadele amacına ve devletin vatandaşını zarardan koruma görevine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Diğer yandan, bir fiilin suç olup olmadığının tespiti suç ise failinin kim olduğunun tespiti ve bunun sonunda alacağı cezanın miktarının belirlenmesi ceza yargılamasını gerektirir.
Mevcut kanunda idareye müstehcenlik ve çocuk istismarı gibi iki suç tipinde re’sen içerikten çıkarma yetkisi verilmesi ve bunun yargı denetiminin dışında tutulması Anayasamıza ve ergler ayrılığına aykırı bir yetki gaspıdır.
MADDE DOKUZ:
Dokuzuncu maddeden yer sağlayıcılar bakımından hapis cezasının kaldırılması çok doğru fakat geç kalınmış bir düzenlemedir. Bütün bu teklif edilen değişiklikler içerisinde nafile bir şirin görünme çabasıdır.
Torba Yasa ile getirilecek değişiklikle, Internet üzerinden işlenen bir suçun mağduru olduğunu iddia eden kişi uyar – kaldır mekanizması dahilinde önce içerik sağlayıcısına, sonra yer sağlayıcısına gitmek yerine doğrudan sulh ceza hakimine baş vurarak içerik ve yer sağlayıcısının aksiyon almasını engellemektedir.
Daha da vahim olanı, sulh ceza hakimi içerik sağlayıcısının ve yer sağlayıcısının haberi ve itiraz hakkı dahi olmadan vereceği içerikten çıkarma veya erişimin engellenmesi kararını Erişim Sağlayanlar Birliği’ne göndererek en geç dört saat içerisinde uygulamasını sağlayabilecektir.
Bu düzenleme içerik ve yer sağlayıcıları bakımından itiraz ve adil yargılanma hakkının gaspıdır.
MADDE DOKUZ / A
Kanun’a tamamen yeni getirilen, özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin engellenmesi başlıklı düzenlemesiyle yine katalog suçlar içerisinde sayılmayan bir suçun ya da haksız fiilin adeta katalog suç imişçesine hukuk ve yargılama güvenliğinden bağımsız olarak kolaylıkla içerikten kaldırılmasını sağlamak amaçlanmaktadır. Özel hayat alanı, ihlali ve zarar ve sonuçları benim için, sizin için ve örneğin bir Başbakan için veya Hülya Avşar için farklıdır. Müphemdir. Her bir münferit durumda durumun kendi şartlarına göre yargılamayla belirlenir. Bu hüküm aşağıdaki sakatlıklarının yanında yeni getirilen nefret suçu ile birlikte kanun koyucunun 5651 Sayılı Kanun’da gösterilen suç tipleri dışında erişimin engellenmesi kararı verilmemesini sağlama niyetinin adeta teyid etmektedir.
Burada da özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden bir kişi veya kurum doğrudan idareye baş vurarak içeriğin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını talep edebilir. İdare kendisine gelen bu talebi doğrudan Erişim Sağlayanlar Birliği’ne ileterek en geç dört saat içerisinde içerikten çıkarılmasını sağlayabilir. Görüldüğü gibi yine yargı tamamen devre dışı bırakılmıştır.
Ancak bu uygulandıktan sonra yirmi dört saat içinde sulh ceza hakiminin kararına sunulması lütfen öngörülmüştür. Eğer hakim idarenin kararını bozarsa idareye yine bir itiraz hakkı tanınmaktadır.
Bütün bu düzenlemeler sanki bir süs ya da dekorasyonmuşçasına içerikten kaldırma tedbiri Telekomunikasyon İletişim Başkan’ının veya UDH Bakanı’nın doğrudan emri ile idare tarafından içerikten çıkarma işleminin doğrudan uygulanması öngörülmektedir. Başkan ve Bakan’ın bu emri ve buna göre yapılacak uygulama yargı denetiminin dışında bırakılmıştır!
Görüldüğü gibi zaten yetki gaspı içeren 5651 sayılı kanunu hepten hukuk devleti normları dışına çıkmaktadır.
SONUÇ:
Bu düzenleme bütün sektör aktörlerinden, üniversitelerden ve halktan adeta gizlenerek bir gün ansızın bir Torba Yasa teklifi olarak TBMM önüne gelivermiştir.
5651 Sayılı Kanunun yanlışlarını ve eksiklerini yıllardır Sayın Başbakan dahil herkese her ortamda anlatmış olmamıza, görüşmek, tartışmak, yardımcı olmak amacıyla yeni hüküm, düzenleme ve uygulama tekliflerini yazılı olarak iletmiş olmamıza rağmen ne yazık ki tüm bu girişimlerimiz tamamen göz ardı edilmiştir.
Bilişim ve teknoloji ülkesi olacağız, bilişim yatırımlarını artıracağız, Fatih Projesiyle teknolojiyi ilk öğretime indireceğiz derken var olan bilişim ve teknoloji yatırımlarını kaçıracak, zaten çok büyük belirsizlikler ve yanlışlar içindeki sektörü gerçek bir kaosa sürükleyecek bir düzenleme yapılmaya çalışılmaktadır. Müstehcenlik, nefret suçu, özel hayatın ihlali gibi kişiden kişiye, yerden yere, zamandan zamana değişebilecek münferit olarak her davada mahkelemeler tarafından ayrı ayrı ele alınması gereken en müphem kavramlar idareye filtreleme ve sansür bahanesi olarak sunulmakta ve yargı denetiminden çıkmaktadır. Yukarıda gerekçeleri ile belirttiğimiz üzere zaten ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, Anayasaya ve erkler ayrılığına aykırı olan 5651 Sayılı Kanun düzeltilmesi gerekirken, ülkemizi hem ekonomik hem de hukuki bakımdan çok zor durumda bırakacak hükümler içerirken, diğer yandan da ne yazık ki tüm temel hak ve hürriyetleri de ihlal etmektedir.
İfade hürriyetinin ve haber alma hürriyetinin temel birer insan hakkı olarak kabul edilmesinin ve bu ilkelerin evrensel insan hakları beyannameleri ile anayasalara girmesinin üzerinden uzun zaman geçti. Bu temel hak ve hürriyetlerin kullanılabilmesinin ve ekonomik insani gelişimde fırsat eşitliği gibi daha birçok faydası olan Internet’e erişim hakkı da artık günümüz dünyasının tartışmasız bir temel insan hakkıdır.
Avrupa Birliği müktesebatına (acquis communautaire) uymuş görünmek için süs kabilinden çıkarılan kanunların ve yapılan düzenlemelerin en karakteristiklerinden bir tanesi 5651 sayılı Internet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’dur (“5651 Sayılı Kanun”).
Ne yazık ki 5651 Sayılı Kanunun yorumlanması ve uygulanması mahkemeden mahkemeye farklılık göstermekte, kanunu uygulamakla yükümlü kurumlar tarafından çok sınırlı anlaşılabilmekte ve sonuç olarak uygulamasında büyük eksiklikler yaşanmaktadır. Konunun teknik mahiyetinin yanı sıra, itiraf etmeliyiz ki bazı çevrelerin bu kanunu işine geldiği gibi uygulamak ve haber alma hürriyeti ile ifade hürriyetini sınırlamak gibi niyetleri de gözlemlenmektedir.
Bu yönü ile 5651 Sayılı Kanun aynı zamanda haklı olarak akademisyenler ve sektör tarafından en çok eleştirilen yasal düzenlemelerden biri olmuştur.
Kanunun içerik ve uygulama olarak problemli kısımlarını anlatmadan ve bunların giderilmesine yönelik tekliflerimin “ana hatlarını” sunmadan önce herkesin anlayabileceği sadece birkaç net örnek sunmam faydalı olur.
Google Sites, her bireyin ve işletmenin tamamen ücretsiz olarak ve profesyonel yardım almadan kendi web sitesini kurmasına imkan sağlayan bir üründür. 2009 ortasına kadar ülkemizde milyonlarca kişi ve işletme Google Sites’ı hem web sitelerini kurmak için, hem de bu kurulmuş olan sitelerden faydalanmak için kullanmakta iken, Google Sites alanının (ürününün) tamamına erişim milyonlarca web sitesi içinde sadece tek bir sitede bulunan içerik sebebiyle tamamen engellenmiştir. Bir sabah uyandıklarında binlerce web sitesi sahibi sitelerine ulaşamaz olmuş, kullanıcılar binlerce siteden elde ettikleri içeriklere de ulaşamaz olmuştur.
Yargı süreci içinde bu karar en sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (“AİHM”) önüne gelmiş ve AİHM 18 Aralık 2012 tarihli ve 3111/10 sayılı kararıyla, 5651 sayılı Kanun’un 8. Maddesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesine aykırı bulmuş, kanunun demokratik hukuk devletinin sağlaması gereken hukuki korumayı sağlamadığını belirtmiş ve Türkiye’yi kınayarak, tazminata mahkûm etmiştir. Bu karara rağmen bu alana Türkiye’den erişim halâ yasaktır.
2013 senesi yaşananlar, özellikle Fazıl Say’ın bir retweet’den ötürü on ay hapis cezası alması, Gezi döneminde liselilere kadar yapılan Twitter göz altıları, Başbakan seviyesinde sosyal medyanın “en büyük baş belâsı” olarak değerlendirilmesi, Haziran’da çıkarılan Ulusal Siber Güvenlik Eylem Planı ile getirilmek istenen riskli otoriter uygulamalar, 19 Aralık 2013 tarihinde yayınlanan 2013 senesine ilişkin Google Şeffaflık Raporuna göre Türkiye’den gelen içerikten çıkarma talepleri geçen yıla oranla %966 artmış olması gibi veriler ne kadar riskli bir yola doğru gitmeye gitmekte olduğumuzu açıkça göstermektedir. (Hepsi ile ilgili bu sitede değerlendirmeler bulabilirsiniz.)
İşte bu çok açık ve çarpıcı örnekler de göstermektedir ki, kanun ve uygulama çok ciddi sorunlarla doludur. Mevzuatımızı nasıl düzeltebiliriz ve yargımızı nasıl bu konuda belli bir noktaya getirebiliriz? Bu bizim derhal ele almamız gereken bir sorundur ve bir süredir yaptığım da budur.
Öncelikle herkesin anlayacağı dilden en önemli sorunları ifade edeyim:
1) Ne yazık ki ülkemizde yer sağlayıcı dediğimiz, içeriği kendisi oluşturup yüklemeyen ancak sadece platformu sağlayan YouTube, Blogger, Blogspot gibi tüzel kişiler, uygulamada yazıyı yazan, videoyu çeken ve bunları platforma yükleyen içerik sağlayıcısı imişçesine sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.
2) Yer sağlayıcılar için erişim engellememe halinde sebebine bakılmaksızın hapis cezası öngörülmektedir.
3) Mevzuatımız yer sağlayıcı için platforma yüklenen içeriği denetleme yükümlülüğü öngörmemesine rağmen (sadece YouTube’da saniyede yüklenen 100 saatlik içerik nasıl denetlenebilir?!) mahkemeler uygulamada kanuna açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde bu yönde kararlar verebilmektedir.
4) Uyar – kaldır dediğimiz bir içeriğe erişimi engellemek üzere yargıya başvurmadan önce yapılacak ihbar sistemi çok muğlaktır ve uygulanmamaktadır.
5) Müstehcenlik, hakaret suçu, siyasi söylem gibi kavramların yorumlanmasında standart bulunmamakta ve haber alma hürriyeti ile kamu yararı faktörlerinin değerlendirilmesinde sorunlar hissedilmektedir. Müstehcenlik gibi herkese göre farklı olabilecek bir kavram katalog suç tipi iken terör suçu, ağır mali suçlar, ticaret ve finans hayatını etkileyecek sermaye piyasası ve bankacılık suçları, kamu sağlığını ve düzenini etiliyecek suçlar gibi bir konuların katalog suçlar içinde bulunmaması anlaşılacak gibi değildir.
Sorunların temellerini tespit ettikten sonra bunların nasıl giderilebileceğine ilişkin gerekli olduğuna inandığım yöntemlerin (bunların yeni madde teklifleri seviyesinde detayı hükûmete ve ana muhalefete sunulmuştur) ana hatları ise şöyledir:
1) Yer sağlayıcı için öngörülen hapis cezası yaptırımı kaldırılmalıdır.
2) Süreleriyle ve süreçleriyle detaylı bir uyar-kaldır yöntemi getirilmelidir.
3) Yer sağlayıcının hukuki ve cezai sorumluluğunu doğuran şartlar daha detaylı düzenlenerek, makul olarak belirlenmelidir.
4) 8. Madde’de öngörülen (İdare’nin ve savcının erişimi engellemeye yönelik yetkileri gibi) düzenlemeler, AİHM tarafından öngörülen şartlara göre ve keyfi müdahaleleri ortadan kaldıracak şekilde kaldırılmalı veya tadil edilmelidir.
5) Erişimin engellenmesi kavramının tanımı bütün bir alanın veya ürünün yasaklanması şeklinde değil, içeriğe ve spesifik bir URL’e erişime yurt içinden ulaşımın engellenmesi şeklinde tanımlanması gerekmektedir.
6) İhtiyati tedbir kararlarına ilişkin düzenleme detaylanmalı, orantılılık ve makuliyet prensipleri çerçevesinde tadil edilmelidir.
7) Kesinleşmiş kararların tebliğ ve uygulanmasına ilişkin süre ve süreçler detaylandırılmalıdır.
8) Yer sağlayıcılar için dahi öngörülen tekzip (cevap hakkı) uygulaması, yer sağlayıcının içerik sağlayıcıya ait siteye girmesini gerektirir. Bu imkansızdır. Ancak şifresini kırması ve içeriği değiştirmesi ile mümkün olur. Bu da suçtur! Bir kanun suç işlemeyi şart koşar mı?! Bu sebeplerle yer sağlayıcı bakımından tekzip yayınlama yükümlülüğü kaldırılmalıdır.
9) Yargı mensuplarımız Internet, Internet kullanımı, yer sağlayıcı, içerik sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve sair kavramlar, konuya ilişkin mukayeseli hukuk ve içtihatlar konularında uzmanlaştırılmalı ve güncellenmelidir.
Türkiyemiz genç nüfusu, yeniliklere açık mentalitesi ve kolay adapte olan karakteri ile Internet eko-sistemini, bulut bilişim, elektronik ticaret, internet reklâmcılığı, e-devlet, elektronik finans ve bankacılık hizmetleri, elektronik eğitim hizmetleri gibi büyük fırsatlarıyla çok avantajlı biçimde kullanarak gerçek anlamda çığır açabilir.
Fakat bu, hem bir mentalite değişimi, hem de bu eko-sistemin üzerinde serpilebileceği bir hukuk ve yargı altyapısı değişimi gerektirmektedir. Vatandaşı dijital okur-yazar yapmak, kendini dijital olarak maruz kalabileceği zararlı içerikten veya tercih dışı içerikten koruyabilir, Internet’ten faydalanabilir hale getirmek yerine, Internet’i ve sosyal medyayı sansürlemek, reşit ve mümeyyiz vatandaşı çocuk yerine koyarak Internet alanını onun adına şekillendirmek, Internet ve sosyal medya süjelerini hapisle ve sair yöntemlerle cezalandırmak, elektronik ticaret ve mahremiyet mevzuatlarını gereği gibi düzenlememek veya hiç çıkarmamak Türkiye’mizin önündeki tarihi bir fırsat olan “teknoloji devrimini” de önceki devrimleri kaçırdığımız gibi kaçırmak anlamına gelecektir.